| 
KUR’AN’A VE SÜNNETE GÖRE DİYALOG
 
  İslam’ın 
dışında hiçbir din ve Kur’an’ın dışında hiçbir kitap, diyalog, hoşgörü, 
kardeşlik ve vahdete yönelmeyi, dağınıklıktan ve başıboşluktan uzak durmayı 
tavsiye etmemiştir. Kur’an-ı Kerim, diğer din ve düşünce gruplarıyla nasıl bir 
ilişki kurulması gerektiği hususunda muhataplarını yeterince aydınlatır. Aynı 
şekilde Müslümanların birbirleriyle ve diğer din mensuplarıyla nasıl bir irtibat 
içinde olmaları gerektiğini bildirir. 
 Müslümanlar hangi kavim, mezhep ve düşünceden olurlarsa olsunlar, aralarındaki 
müşterekler fazla, ayrılıklar ise cüzidir. Müslümanlar arasında bu derece 
yoğunlukta müştereklerin bulunması diyalogu zaruri kılmaktadır. Fazla olan 
müşterekleri görmezden gelip cüzi ayrılıklara takılarak ihtilafları körüklemek 
ve düşmanlık kapılarını aralamak akıl, izan ve basiretle uyuşmadığı gibi, 
İslam’ın hiçbir şekilde tasvip etmediği bir tutumdur.
 
 Müslümanların birbirleriyle diyalog geliştirmeleri aklın gereği olup gelişmeler 
Müslümanları buna mecbur etmektedir. Bugün çok ihtiyaç duydukları halde 
Müslümanların diyalog için gerekli adımları atmamaları, birlikte çözebilecekleri 
problemlerini diyalogdan uzak kalarak çözememeleri sıkıntılarını arttırmaktadır.
 
 Kur’an-ı Kerim, Müslümanlar arasında diyalog ekseninde şu ortak noktalar 
çerçevesinde yol alınmasını istemektedir:
 
 Tevhide Olan İnanç:
 
 Kur’an’a göre diyalogun birinci şartı tevhiddir. Tevhid konusu her ne kadar 
diğer semavi dinlerle bir müşterekliğe sahip olsa da, kavrama yüklenilen mana 
incelendiğinde aralarında ciddi ayrılıkların bulunduğu görülür.
 
 İslam-i literatürde tevhid, bir olan Allah Teala’ya ve O’nun kullarından 
inanmalarını istediği şeylere iman etmektir. Örneğin gayba, meleklere, kitaplara 
ve peygamberlere iman İslami tevhidin özelliklerindendir. Allah Teala konuyla 
ilgili şunları buyurmaktadır:
 
 “Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. 
Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size 
bunları emretti. “ (Enam 153)
 
 Hz. Resul-i Ekrem (Sav)’e İtaat ve Ona Uymak
 
 İslam ümmetinin inancını ve hayatını sürdürmede dayandığı ikinci kaynak Hz. 
Resul-i Ekrem (sav)’in sünnet-i seniyesidir. Her Müslüman O’nun sünnetine 
uymakla vazifeli olduğu gibi, sünnet-i seniyeyi ferdi, toplumsal, siyasi, 
sosyal, ekonomik, adli ve diğer alanlarda geçerli kılmak için çabalamalıdır. 
Çünkü doğrudan Allah Teala tarafından görevlendirilen Resul-i Ekrem (sav)’in 
bütün hareketleri ve konuşmaları vahiyden neşet etmektedir.
 
 “O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O 
(söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. “ (Necm 3-4)
 
 Hz. Resul-i Ekrem (sav)’in konuşmalarının kaynağında heva ve hevesin yeri 
olmadığından ve sözleri vahye dayanağından, O’nun sünneti ilahi bir karakter 
taşımaktadır. Buna göre O’nun verdiği emirlere hiçbir itirazda bulunmadan 
Mü’minlerin uyması gerekir.
 
 “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir 
sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve 
elçisine döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı 
ve sonuç bakımından daha güzeldir. “ (Nisa 59)
 
 “Kim Resûl’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz 
çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik” (Nisa 80)
 
 Kuran ve Sünnet
 
 Yukarıda kısaca değinildiği gibi Allah’ın kitabı ve Resul-i Ekrem (sav)’in 
sünneti Müslümanlar arasındaki diyalogunun ana eksenini oluşturur. Zaten her 
Müslümanın Kur’an ve sünnete uymakla mükellef olduğu bütün Müslümanların 
ortaklaşa kabul ettiği bir hükümdür. Bunların inkarı dinden çıkmaya sebep 
olmaktadır. Mü’minleri hakikate, sabra ve kararlıca bir duruşa davet eden Kur’an, 
Mü’minler için en büyük klavuzdur:
 
 “Şüphesiz, bu Kur’an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan 
mü’minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir. “ (İsra 
9)
 
 Şüphesiz Kur’an’dan sonra Resul-i Ekrem (sav)’in sünneti kılavuzluk görevini 
icra eden ikinci kaynaktır:
 
 “…Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan 
sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli 
olandır. “ (Haşr 7)
 
 “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre de 
itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete 
gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre 
halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. “ (Nisa 
59)
 
 Ayet-i kerimelerde geçtiği gibi Kur’an ve sünnet Mü’minlerin tutum, davranış ve 
hayatlarını tanzimde ana ekseni oluşturmaktadır.
 
 İslam Kardeşliği
 
 İman, toplumun fertleri arasında özel bir ilişki şeklinin kurulmasına yol açar. 
Kadın erkek, siyah, beyaz, Arap, Fars, Kürd, Türk, Afrikalı, Asyalı gibi farklı 
şahıs ya da toplumlar dünyanın farklı coğrafyalarından oldukları halde, iman 
sayesinde İslam ümmetinin fertleri ve kardeş olma kimliğini kazanmaktadırlar. 
İslam kardeşliği dairesinde kavimsel ve bölgesel özelliklerin hiçbir değeri 
yoktur. Kavimleri, renkleri, coğrafyaları ve sosyal yapıları ümmet fertleri 
olmada kişiye bir imtiyaz tanımamaktadır. Hangi milletten ve coğrafyadan 
olurlarsa olsunlar, insanları üstün kılan biricik özellik takvalı olmalarıdır. 
Meramımızı kamil şekilde açıklayan Kur’an-ı Kerim her alanda olduğu gibi bu 
konuda da yüreğimize serpmektedir:
 
 “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve 
birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki 
Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır…” (Hucurat 
13)
 
 “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin…” 
(Hucurat 10)
 
 İslam’ın Zahirine Uymak
 
 Kur’an-ı Kerim, Müslümanlar arasında ihtilaflara, çekişmelere ve anlaşmazlıklara 
sebep olan batını araştırma ve niyet okumaların yapılmamasını, İslam’ın zahirini 
esas alarak Mü’minlerle diyalog kurulmasını emreder. Bugün Müslümanlar arasında 
yaygın olarak varlığını sürdüren problemlerden çoğu, Kur’an-ı Kerimin bu 
emirlerine riayet etmemekten kaynaklanmaktadır.
 
 “Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız (savaşa çıktığınız) zaman 
gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya 
hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: “Sen mü’min değilsin” demeyin…” 
(Nisa 94)
 
 İslam, Mü’minlerle ilgili tutum ve davranışların içyüzünü araştırarak, 
açıklanmaması gereken yönlerini deşifre anlamındaki tecessüsü yasaklamaktadır. 
Zira tecessüs sayesinde Mü’minlerin sırları deşifre edilebilmekte, ayıpları 
gözler önüne serilebilmektedir. Resul-i Ekrem (sav) Mü’minlerin ayıplarının 
araştırılmasını yasaklarken, Medine’de yaşayan münafıkları ve kalplerinde 
hastalık bulunanları da bu çerçeveye almış, ayıplarının araştırılmamasını 
istemişti.
 
 Hz. Resul-i Ekrem (sav)’in Sünneti Çerçevesinde Diyalog
 
 Söz, eylem ve takrirden ibaret olan Hz. Resul-i Ekrem (sav)’in sünneti, 
Kur’an’ın açıklayıcısı ve tefsiri mahiyetindedir. Hidayet yolunu gösteren Kur’an-ı 
Kerim, toplumu en ideal noktaya ve kemale ulaştırma yollarını tanıtır. Resul-i 
Ekrem (sav)’in sünneti, bu hedeflere ulaşmaya yönlendirirken, engelleri ve 
tehditleri bir bir gözler önüne serer.
 
 Kur’an-ı Kerim, Müslümanları tefekküre, ahlaki kerametlere, sağlıklı bir hayata 
ve vahdete davet ederken, Müslümanlar arasında zaafa, gevşemeye ve soğumaya 
sebep olacak ihtilaflardan ve çekişmelerden kaçınılmasını istemektedir. Diğer 
taraftan Hz. Resul-i Ekrem (sav) Müslümanların izzet ve kerametlerinin korunması 
için yapılması gerekenleri bir bir açıklar. Müslümanların zarar görmelerine 
sebep olacak çekişme ve çarpışmaların önünün alınmasını isteyerek bu konuda 
ümmetine uyarılarda bulunur. Zaten Müslümanların sıkıntı ve felaketlerden 
kurtulmaları, İslami toplumun hedeflerine ulaşmak için ilmin gölgesinde diğer 
Müslümanlarla diyaloga geçmeleri, konuşmaları ve paylaşmalarıyla mümkün 
olacaktır.
 
 Devam edecek…
 
 İbrahim Fırat
 
 |