| 21-  İYİLİK VE TAKVADA YARDIMLAŞMA
 
  İyilik ve takva çerçevesinde yardımlaşma ve ihsanda bulunma Kur’an toplumunun en  önemli vasıflarındandır. Kur’an toplumu fertlerinin hayatlarını kuşatan,  ruh-ceset ilişkisine benzer şekilde iç içe geçmiş, davranışlarında kültür haline  gelmiş özelliklerdir. Maddi, manevi, ferdi ve toplumsal alanlarda olsun  karşılaşılan her problem ve yüzleşilen her sıkıntı ve soruna karşı harekete  geçen bu insanlar, sorun ve sıkıntı altında belleri bükülmüş insanların  ellerinden tutup gönüllerini okşayan merhametli birer anne gibidirler. Menfaate  ulaşma, taraftar kazanma ya da riya ve nam yapmak için değil, iyilik ve takva  yolunda yardımlaşmayı vazife bilerek yardıma koşarlar. Kur’an toplumunun en  bariz özelliği olan yardımlaşmaya önem veren Allah Teala, Mü’minlerin buna buna  riayet etmesi için çağrıda bulunmakta ve emretmektedir: 
 “Ey iman edenler… İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi  aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile)  sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Maide Suresi 02)
 
 Ayet-i Kerimenin iyilik yardımlaşmayı iki kısma ayırdığını görüyoruz:
 
 a- Takva ve iyilik ekseninde müspet ve meşru yardımlaşmanın emredilmekte…
 
 b- Mü’minlerin Allah’tan korkup günah ve düşmanlık ekseninde menfi ve  meşru olmayan yardımlaşmadan kaçınılmalarını, böyle bir yardımlaşmanın Kur’an  toplumunun özelliği olamayacağına işaret etmektedir.
 
 Yardımlaşmanın Sınırı
 
 Ayeti kerimenin ortaya koyduğu mantık yardımlaşmanın; ferdi, toplumsal, maddi,  manevi, ilmi, kültürel, sosyal, siyasi, askeri ve ekonomik bütün alanları  kapsadığını ve hayatın bütün yönlerini içine aldığını göstermektedir. Kur’an-i  yaklaşımda iyilik ve takva çerçevesindeki yardımlaşmada herhangi bir sınır  konmamıştır. Yardımlaşmanın zaman ve mekân gibi bir sınırı da yoktur. Kur’an-ı  Kerim’in tabiriyle “günah” ve “düşmanlık” a karşılık gelen her  “takva” ve “iyilik” yardımlaşmanın temelini teşkil eder. Bütün bunlardan hareketle  ulaştığımız nokta, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda Müslüman  şahıs ya da grubun herhangi bir sıkıntı ve zorlukla karşılaştığı görülse ya da  duyulsa, diğer Müslümanların yardımcı olmaları, sıkıntı ve zorlukları gidermek  için seferber olmaları zaruridir.
 
 Esasında İslam’ın yardımlaşma prensibi tek başına olgun ve faziletli bir  toplumun meydana gelmesine, Müslümanların duçar olduğu sıkıntı ve zorlukların  sona ermesine yol açacak en büyük özelliktir. İyilik ve takva çerçevesindeki  yardımlaşma Allah’ın inayet ve yardımlarıyla birlikte bolluk ve bereket  kapısıdır. Bu önemli özelliği gelenek ve kültür haline getirmeleriyle  Müslümanlar, sıkıntı ve zorlukların üstesinden gelebilecek, etraflarını kuşatan  problemleri bir bir aşabilecekler.
 
 Yardımlaşma ve Hayırseverliğin Ölçüsü
 
 Yukarıda zikredildiği gibi Kur’an-ı Kerim’in bakış açısına göre iyilik ve takva  mutlaktır. Bazı ayet-i kerimelerde hayırseverlerin özellikleri anlatılırken, bu  çerçeveye girenler bir bir zikredilmektedir. Aşağıdaki ayet-i kerime bu  çerçeveye dahil olan mümtaz insanları anlatmaktadır:
 
 “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik,  Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan  sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa,  isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan,  zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda,  hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve  davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da  bunlardır.” (Bakara Suresi 177)
 
 Başka ayetlerde de hayırseverler ve iyilik yapanların yüksek makamlarına işaret  edilmekte ve bunlar övülmektedir:
 
 “Şüphesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kafur olan bir kadehten içerler.  Allah'ın kullarının kendisinden içtikleri bir kaynak; onu fışkırttıkça fışkırtıp  akıtırlar. Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir  günden korkarlar. Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula,  yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için  yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık  suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz." Artık Allah, onları  böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç  vermiştir. Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir.” (İnsan Suresi 5-12)
 
 Yardımlaşma ve iyiliklere sınır getirilmediği gibi fedakârlık ve isarın da Allah  Teala tarafından övüldüğü görülmektedir. Örneğin Allah Teala’nın yurtlarını terk  edip Medine’ye hicret eden Muhacirleri kendilerine tercih eden ve  fedakarlıklarda bulunan Ensar’ı övmesi tabloyu daha berrak bir hale  getirmektedir:
 
 “Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine)  yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı  içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç)  olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve  bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi 9)
 
 Bazı tefsirler ayetin nüzul sebebi hakkında şunları dile getirirler: “Bir gün  adamın biri Resul-i Ekrem (sav)’in huzuruna varıp aç olduğunu söyler. Resul-i  Ekrem (sav) kendi evinden yemek getirtip aç adama vermelerini ister. Oysa  Resul-i Ekrem’in evinde yiyecek cinsinden hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine  ashabına dönüp, “Bu şahsı bu gece kim misafir edebilir? diye sorunca  muhacirlerden biri ayağa kalkıp o şahsı misafir etmek istediğini söyledi.  Misafirini alıp evine götürdü. Evde hanımının çocuklar için hazırladığı bir  kişilik yemekten başka hiçbir şey yoktu. Lambayı söndüren ev sahibi misafire  yemeği ikram etti. Misafiri yemekle meşgulken kendisi de yemek yiyiyormuş gibi  davranıyordu. Misafiri yemeğini yiyip doymuştu. Ancak kendisi, eşi ve çocukları  o geceyi aç geçirdiler. Misafirlerini doyurdukları için her ikisi de mutluydu.  Sabah Resul-i Ekrem (sav)’in huzuruna varınca Ensari’nin yüzüne bakıp tebessüm  etti. Ardından Haşr Suresinin 9. Ayetini okuyup yaptıklarından dolayı Ensari’yi  övdü.
 
 Kur’an’a Göre Fedakârlık Ve Yardımlaşmanın Dayanakları:
 
 Bunlardan birincisi ve en önemlisi “iman”dır. Kur’an toplumunun fertleri  İslam’a olan inançlarından ve tevhidi kimliklerinden dolayı birbirlerine karşı  ciddi bir mesuliyet duygusuna sahiptirler. Toplumun diğer mensuplarının  ihtiyaçlarına ve sorunlarına karşı hiçbir zaman duyarsız ve sorumsuz  davranmazlar.
 
 Yardımlaşma ve fedakârlığın ikinci dayanağı ise kardeşliğin topluma hâkim  kılınmasıdır. İnancın üzerine bina edildiği bu duyguyu taşıyan kardeşler hiçbir  zaman kardeşlerinin sorunlarına sorumsuz davranmazlar. Her zaman mesuliyet ve  sorumluluk hissine sahip olurlar.
 
 Üçüncüsü ise Allah Teala’nın apaçık emriyle iletilen yardımlaşma ile ilgili  mesajında yer almaktadır. “…İyilik ve takva konusunda yardımlaşın…”
 
 Mutlu bir hayat yaşama ve hayattan zevk almak isteyenlerin bütün bunları  gerçekleştirecekleri yer, Kur’an’ın baharımsı iklimine sığınmalarıdır. İyilik ve  takva ışığında yardımlaşma, mal, mülk ve ilim sahiplerinin fedakârlıkta bulunup  Allah yolunda bağışlamaları Kur’an toplumunun özelliklerinden olduğu gibi  Müslümanların sıkıntılarını aşmalarının ön şartıdır. Allah Teâla tarafından  övülen bu mümtaz özellikler Müslümanların alınlarını süsleyen nur huzmeleri gibi  güzellikler saçmaktadır.
 
 İbrahim FIRAT
 
 |