| 18-  MAHRUMLAR VE MUSTAZAFLAR
 Geçen Sayıdan Devam
 
 “Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz  şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır,  olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi 215)
 
 Sadaka, infak ve ihtiyaç sahiplerine yardım Kur’an toplumunun en bariz  vasıflarındandır. İslâm'ın doğup geliştiği şartlara benzer ortamlarda Kur’an  toplumunun karşı karşıya kaldığı sıkıntı ve problemlerle başa çıkabilmesi için  kaçınılmaz olarak yerine getirilmesi gereken en önemli kulluk görevlerindendir.  Bunun yanı sıra yardımlaşma, toplumsal dayanışma ve sosyal güvenliğin  gerçekleşmesi, fertler arasında duygusal farklılıkların ortadan kaldırılması  açısından da gereklidir. Zaten Kur’an toplumun fertleri bir bütünün azaları  olduklarından Kur’an toplumunun her ferdi İslami organizmanın bir parçası olduğu  bilinciyle yaşamalı, bu toplumun acı ve mutlu günlerini birlikte paylaşması  gerektiğine inanmalıdır.
 
 “Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah  yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoş  görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır,  esirgeyendir.” (Nur Suresi 22)
 
 Öyleyse yakınlara hakkını ver, yoksula da, yolcuya da. Allah'ın yüzünü  (rızasını) isteyenler için bu daha hayırlıdır ve felaha erenler onlardır. (Rum Suresi 38)
 
 Mal ve mülk Allah’a ait olup bunu kullarına rızık olarak farklı şekil ve  miktarlarda vermiştir. Kullarından mal verdiklerine, bunda başkalarının hakkının  bulunduğunu, fedakârlıklarda bulunup bu hakkı kendi elleriyle sahiplerine takdim  etmeleri istenir. Zaten kulların kıldıkları namazlar gibi zekâtlarını da  verecekleri hesaba katılarak başka fedakârlıklarda bulunup zekatla  yetinmemeleri, sadakalarla ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşmalarıyla ilgili  ciddi bir istek ve teşvik söz konusudur.
 
 Rızkı veren Allah Teala olunca, mal Allah Teala’ya ait olunca, Allah Teala’nın  verdiği malla ilgili koyduğu sınırlar Mü’minlerin biricik ölçüleridir.  Zekâtlarını vermenin yanı sıra ihtiyaç sahiplerinin malda haklarının olduğu  bilinciyle Müslüman şahsiyetlere yaraşır derecede hareket edilmelidir.
 
 “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu  ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir  yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar  adına savaşmıyorsunuz?” (Nisa Suresi 75)
 
 İşte mustazafların en fazla yardıma ihtiyaç duydukları başka yörelerde yaşayan  Mü’minlerin yürekleri dağlayan manzaralar karşısında harekete geçeklerini  umdukları tablolardan birisidir bu. Müslüman olduklarından dolayı zulme maruz  kalıyorlar! Dinlerinden dönme ya da etkisiz hale getirilmeyle karşı karşıya  bırakılıyorlar. Dünyanın birçok bölgesinde bu acı tabloyla sık sık  karşılaşmaktayız. Birkaç yıl önce Bosna’da insan yüreğini dağlayan acılar uzun  süre canlı yayında insanlığın gösterimine sunuldu. Binlerce Müslüman canlı canlı  mezarlara gömüldü. Bugün de dünyanın birçok yerinde Müslüman halklara büyük  acılar yaşatılıyor. En tabii haklarını isteyince katliamlarla karşılık  buluyorlar. Hakim rejimler koltuklarını muhafaza için Suriye, Bahreyn, Yemen ve  diğer ülkelerde Müslüman halkları acımasızca katlediyorlar. Yürekleri yanarak bu  vahşet manzaralarını seyreden Mü’minlerin ellerinden ise hiçbir şey gelmiyor. Bu  karşı koyamama durumu zalimlerin iştahlarını kabartıp daha fazla zulüm  yapmalarına sebep oluyor. Bunların kendi iç sorunları olduğunu dile getirip  dışarıdan en küçük bir isteğe bile kapılarını kapatan zalimler, yalan ve  iftiralara dayanan propagandalardan sonra Müslüman halkı katletmeye başlıyorlar.
 
 Bütün bu manzaralar, Müslümanların her alanda ağırlıklarını ortaya koyup  varlıklarını güçlü bir şekilde ifade etmek zorunda olduklarını göstermektedir.  Müslümanların güçlü cemaatleşmeye sahip olmaları, hatta bunun ülke sınırlarını  aşan bir nitelikte bulunması gerekir. Yeryüzünün farklı alanlarında ezilen  Müslümanlara kanat gerebilen, zulmedenlere karşı durabilen bir güce  ulaşmalıdırlar. Birileri dünyanın bir bölgesinde inançlarından dolayı  Müslümanlara zulmetmeye yeltendiği zaman bu İslami cemaatin varlığını hesaba  katmalı. Böylece yeryüzündeki Müslümanların emin bir şekilde hayatlarını  sürdürme imkanı doğmaktadır.
 
 Müslümanların küresel bir şekilde örgütlenmeleri epey zordur. Uzun zaman alan,  büyük fedakârlıklar isteyen ve birçok olumsuzlukla yüz yüze bırakacak çok  zahmetli ve bedel isteyen çalışmalardır. Bu zor olana ulaşma mümkün değilse,  hakları ellerinden alınan Müslümanlara hangi kanallarla ne tür yardımlar  ulaştırılabiliyorsa, seferber olmalı, sıkıntılarını gidermek için  çalışılmalıdır. Hatta Allah Teala, ayeti kerimede zulmedenlere karşı neden  savaşmadıklarını sorarak, Müslümanları savaşa teşvik etmektedir.
 
 
  İslam coğrafyasında Müslüman halkların başında bulunan kukla rejimlerin zulmü  nefesleri kesen bir noktaya ulaşmıştır. Her gün birçok yerde çok sayıda  Müslümanın kanı akıtılmaktadır. Zalimlere boyun eğme, onların çirkef düzenlerini  kabule mecburmuşçasına halka dayatmalarda bulunulduğu halde cılız itirazların  dışında ciddi bir tepkiye rastlanmamaktadır. 
 Zulmün sadece İslam coğrafyasıyla sınırlanmadığı başka yerlerde de vahşiliklerin  sergilendiği manzaralara rastlamaktayız. İnsan haklarının merkezi olmakla övünen  Batı ülkelerinin bir kısmı zulmün merkezleri haline gelmiştir. İnsan hakları ile  ilgili bol bol propagandalar yapılırken, ezilenler, hakları ellerinden alınanlar  ve öldürülenler Müslümanlar olunca derin sessizliği tercih etmekte,  tepkisizlikleriyle zalimlere pirim vermektedirler.
 
 İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlar sadece Mekke’de zulme tabi tutulurken, bugün  dünyanın birçok yerinde çok sayıda Mekke ile karşı karşıyayız. Zalimler, hiçbir  yerde durup dururken zulmü bırakıp adalete dönmüyorlar. Zulme karşı duruşun ve  zalimleri durdurmanın tek geçerli yolu Müslümanların kimseden bir şey  beklemeden, harekete geçip güçlü bir örgütlülük ve ciddi şekilde cemaatleşmeye  gitmeleridir.
 
 Müslümanların zulümle yüz yüze bulundukları alanlarda mazlumlara yardım, imkanı  olan bütün Müslümanların üzerine farzken, zulmün bertaraf edilmesi için her  türlü fedakarlıklar gösterilmelidir.
 
 “Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire  yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne  bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." "Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir  gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz." Artık Allah, onları böyle bir günün  şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. Ve  sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. (İnsan Suresi  8-12)
 
 Ayetlerin önümüze serdiği altın tablo İslami sistemin özelliklerinden birini  gözler önüne sermektedir. İslam’ın sistemi Kur’an toplumu üyelerinin  yükümlülüklerini yerine getirmede azimli, ihtiyaç sahiplerine karşı şefkat ve  merhamet duyguları taşıyan, başkalarının sıkıntılarını önceleyen, İslam için  hiçbir bedeli ödemekten kaçınmayan, Allah Teâla’dan gerektiği gibi korkup  çekinen İslami kişiliğin şeklini ortaya koymaktadır.
 
 İşte bu numune insanlar sorumluluklarını yerine getirmede ve Müslümanların  onurunu korumada özveriyle çalışırlar. İmkânları olduğu zaman içlerinde hiçbir  sıkıntı duymadan ellerindekini kardeşleriyle paylaşırlar. İmkânları olmadığı  zamanlarda ise merhamet duygularıyla kucaklarını açıp et kemik gibi  bütünleşirler. Acı ve tatlı günlerinde yanlarında olurlar.
 
 Bugün birçok ülkede zenginler israfın içinde boğulurken, fakirlerin açlık ve  yoksulluk içinde karşılaştığı sıkıntılar herkese aşikârdır. Örneğin dünyanın en  zengin ülkelerinden Amerika’da servet sahiplerinden herhangi birinin geliri bazı  ülkelerin bütçelerini katlarken, milyonlarca insan açlık ve yoksulluk içinde  yaşamaktadır. Çoğunun başını sokacağı küçük bir evi bile bulunmamaktadır. İşte  bu manzaralar İslam’ın sistemi ile insanlara bunca zulmü reva gören modern dünya  sisteminin farkını bariz bir şekilde gözler önüne sermektedir.
 
 Sadaka ve yardım Müslüman şahsın en bariz vasıflarındandır. Efendimiz Hz.  Peygamber (sav) birçok hadisinde Müslümanları vermeye teşvik etmektedir. Bir  hadisinde şöyle buyururlar; "Yarım hurma ile bile olsa cehennem ateşinden  kendini koru."
 
 Mü’minler vazifelerini hakkıyla icra ettikleri zaman İslam toplumunda fakir ve  yoksulluğun eseri kalmayacak. Allah Teala’nın mallarındaki hakkı olan  zekatlarını hakkıyla uygun yerlere verdikleri, sadaka ve yardımlarla ihtiyaç  sahiplerinin yardımına koştukları zaman kısa süre sonra ihtiyaç sahiplerini  başka yörelerde aramak zorunda kalacaklar. Ancak, herkes vazifesini icra  etmeyince, insanlar verme konusundaki imtihanda başarısız kalınca, sıkıntı ve  zorluklar içinden çıkılmaz bir hal almaktadır başlamakta. Zenginler mal yığmaya  devam ederken fakirler alım gücünün zorlaşması ve hatta imkansız hale gelmesi  karşısında her gün daha fazla ezilmektedirler.
 
 Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye  özgürlük vermek)tir; ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi,  veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye  edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ  yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene) (Beled Suresi 12-18)
 
 İmanın desteğiyle hareket edenlerin aşabildiği sarp yokuşlardır bunlar. Kur’an  toplumunun fedakâr evlatlarının geçebildiği zorlu yokuşlardır bunlar. Yokuşun  bitiminde ise güzellikler, Mü’mini bekleyen cennetler vardır.
 
 Zikredilen sarp yokuşla, işin zorlukları olduğu halde Kur’an toplumunun bu işin  üstesinden gelebildiği hatırlatılmaktadır. Zaten bu zorluklarla mücadele Kur’an  toplumunun mesleğidir. Sahip olduklarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşırlar.  Hayatları tebliğle, yani insanlara hakkı ve hakikati anlatmakla geçer.  Haramların önünün alınması ve sağlam bir İslami toplumun oluşturulması için  çabalarlar.
 
 Sarp yokuşu geçmek için kölelere, ezilmişlere, zorda kalanlara ve yetimlere  yardım edilmesi istenmektedir. Ayeti kerime “sonra” ifadesini kullanıp iman  edenlerden birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerin de sarp yokuşu  geçenlerden olduğu bildirilmektedir.
 
 Sabır, Müminlerin İslam’ı yaşama yolunda kuşandıkları en güçlü silahlardandır.  Kur’an toplumunun fertleri, hayatın her aşamasında farklı zorluklarla yüz yüze  gelirler. Bütün hayat imtihan sahası olarak önlerine dizilir. Her aşamada farklı  şekillerde bedel ödemeleri gerekir. İşte sabır; şek ve şüpheye yer vermeden,  ikilik yaşamadan, sağlam adımlarla yere basıp bela ve musibetlere karşı  direnmektir. Kur’an toplumunun fertlerinin birbirlerine tavsiye edecekleri en  mümtaz vasıflardandır. Diğeri ise merhameti tavsiye etmektir ki, bu vasıf Kur’an  toplumunun fertleri arasındaki kardeşliği pekiştirmekte, Kur’an toplumunun  çelikten bir yapı gibi bütünleşmesini sağlamaktadır. Müslümanların birbirlerine  merhameti safları daha fazla güçlendirmelerine, omuz omuza vererek sıkıntı ve  zorlukları birlikte aşmalarına yol açar. İşte bütün bunlar ihtiyaç sahiplerinin  ve ezilmişlerin zorluklardan kurtulmalarına, Kur’an toplumunun güçlenmesine ve  İslami ruhun yeryüzünü şekillendirmesine ön ayak olacak en belirgin  özelliklerdendir.
 
 İbrahim FIRAT
 |