| 
Nüfusları bir buçuk milyarı aştığı, yer altı kaynakları ve insan gücü bakımından 
önemli zenginlikleri ellerinde bulundurdukları, bütün zaman ve ortamlarda 
insanların mutlu olacağı hayatın kaynağını barındıran Kur’an ve Sünnete sahip 
oldukları halde Müslümanlar, olması gerekenin çok gerisindeler. Kendilerini 
toparlayıp içinde bulundukları olumsuzluklardan sıyrılmalarını engellemek 
isteyen İslam düşmanları, mezhebi ya da kavmi ihtilafları körükleyip 
Müslümanları bunlarla uğraştırarak iktidarlarını sürdürüyorlar. İslam coğrafyası 
ise yoksulluklar, çaresizlikler, kavgalar, kan ve gözyaşıyla doludur. 
 Batının Müslümanların başına bela ettiği ulusçuluk musibetiyle İslam ümmetini 
küçük parçalara ayırıp başlarına adamlarını yerleştirmesiyle Müslümanların 
özgürce yaşamaları, vahdeti ve iktidarı asırlarca engellendi. Batı güdümündeki 
hükümetlerin halkı meşgul etmek için uydurduğu suni gündemler, Müslümanların 
asıl sorunlarından uzak kalmalarına ve gereksiz şeylerle uğraşmalarına neden 
oldu. Oysa maruz kaldıkları zulme karşı ayağa kalkıp hesap sormaları, son sözü 
bir buçuk milyarlık İslam ümmetinin söylemesi, olayları Müslümanların 
kontrollerine alması ve dünyaya şekil vermesi gerekiyordu.
 
 İslam düşmanlarının oyun, fitne ve kışkırtmaları neticesinde İslam coğrafyasının 
değişik yerlerinde dayatılan milliyetçilik, ulusçuluk ve mezhep çekişmeleriyle 
Müslümanlar uğraştırılırken, İslam ümmetine ait kaynakları çalmaya devam 
etmektedirler.
 
 Duyarsızlığın ve vurdumduymazlığın yaygınlaşması, Müslümanların gündemlerini 
oluşturma iradesini gösteremeden İslam düşmanlarının oluşturduğu gündemlere göre 
hareket etmeleri sıkıntılardan sıyrılmayı zorlaştırmaktadır.
 
 
  Müslümanların en önemli sorunu İslam’ın zorunlu kıldığı vahdetten uzak 
kalmaları, bu uğurda atılan adımların ve yürütülen çabaların yetersiz oluşudur. 
Bu olumsuzlukların ağır bedeli Müslümanların belini büküyor. İslami vahdetin 
gerekliliğine ve bu uğurda yapılması gerekenlere işaret etmek amacıyla “İslami 
vahdet ve Tahammül” ismiyle yeni bir yazı dizisini Allah’ın izniyle siz 
okuyucuların hizmetine sunmaya çalışacağız. Faydalı olup amaca hizmet edeceğini 
umuyorum. 
 Tahammül
 
 Yaşadığımız dünyada Müslümanların, Rablerine karşı sorumluluklarını yerine 
getirmeleri amacıyla görüşmeleri, diyalog kurmaları, birbirlerini dinlemeleri, 
anlamaları, fedakârlıklarda bulunmaları, sıkıntı ve zorlukları birlikte 
göğüsleyerek barış içinde yaşamak için çabalamaları gerekirdi.
 
 Ardı arkası kesilmeyen savaşların, parçalanmışlıkların, öfke, nefret ve 
düşmanlıkların bıkmalara ve yorulmalara neden olurken insanlık bu bunaltıcı 
ortamdan kurtulma yolları arıyor. İnsanca yaşamak isteyenler, kültürel ve 
zihinsel müştereklerin bulunduğu yöntemlerin ardına düşüp birbirlerine dayanarak 
etraflarını kuşatan sorunlardan kurtulmak istiyorlar. Farklı inanç ve düşüncede 
de olsa insanların birbirleriyle diyalog kurarak, birbirlerine tahammül ederek 
ve birbirlerinin kutsallarına saygı göstererek asgari müştereklerde buluşup 
birlikte yaşayabildikleriyle ilgili tarih içerisinde birçok örneğe rastlıyoruz.
 
 Baskıyla, dayatmayla ve tek geçerli olanın kendisine ait değerler olduğunu ileri 
sürerek, zamanın doğurduğu sorunları aşma imkânı olmadığı gibi huzurlu bir hayat 
imkânı da bulunamaz. Fertleri, grupları, kültürleri, düşünceleri, mezhepleri ve 
dinleri ilgilendiren sorunlar çığ gibi büyürken, bu sorunların çözümü için 
gerekli irade gösterilememekte, daha doğrusu çoğu zaman çözüm yanlış adreslerde 
aranmaktadır.
 
 Bütün insanların barış ve huzur içinde yaşamalarını arzuluyoruz. Ancak öncelikli 
olarak bizi ilgilendiren Müslümanları kuşatan sorun ve sıkıntılardır. Bunların 
giderilmesi, en azından aralarındaki kin, nefret ve düşmanlığın yok edilmesi 
birçok sıkıntıyı sona erdireceği gibi, böylesi bir gelişme bütün insanlığın 
hayrına sonuç verecektir.
 
 Müslümanlar arasındaki parçalanmalar, her geçen gün yoğunluk kazanan kin ve 
nefret duyguları bilinçli birçok Müslümanın yüreğini yaralamaktadır. Zamanın 
geçmesiyle sorunlar artmakta, sıkıntılar içinden çıkılmaz hale gelmektedir. 
Sorunların artarak devam etmesinin sebebi diyalog yoksunluğu, tahammülsüzlük ve 
en önemlisi de takva eksikliğidir. Oysa Allah Teâlâ, sorunlarını çözme 
iradesinde bulunmaya başladıkları zaman ellerine anahtarı vermiş ve önlerini 
açmıştır. Hayat kaynağı olarak ellerinde bulunan Kur’an ve sünnet sayesinde 
halledemeyecekleri sorun ve gideremeyecekleri problem yoktur.
 
 Sorunların çözüm kaynağına sahip oldukları halde işin aslı üzerinde durmayıp, 
yani damarı yakalamayıp kaynaktan uzakta hareket ederek, sorunların içerisinde 
boğulmakta, çözümsüzlük çerçevesini aşamamaktadırlar. Oysa İslam’ın kaynaklarına 
yöneldikleri zaman onur ve izzetlerini tamir edecek, kaybettikleri kerametlerine 
ulaşacak ve beşere olgu olacak ahlaki bir numune ortaya koyabilecekler.
 
 İnsanlığın büyük bir ahlaki çöküntüyle karşı karşıya oluşu işleri içinden 
çıkılmaz hale getirmektedir. Oysa Kur’an-ı Kerim’in yaşanmış şekli olan Hz. 
Resul-i Ekrem (sav) “Ahlakın kerametini kemale ulaştırmak için gönderildim” 
buyurmasıyla, ahlaki sorunların çözüm adresi gösterilmekte, Müslümanlar için 
olgunun Resul-i Ekrem (sav) olduğu ortaya konmaktadır.
 
 Mantıktan yoksun, ilim ve medeniyetten uzak, hayatları taassup, cehalet, savaş 
ve cinayetlerle dolu insanlar üzerine çalışan Hz. Resul-i Ekrem (sav) Allah 
Teâlâ’nın desturları doğrultusunda bu insanlardan yeryüzünün en faziletli 
toplumunu oluşturdu. Böylesi bir numune önlerinde olduğu halde Müslümanların 
İslam’dan uzakta yaşamaları teessüf vericidir. Müslümanların yaşadığı sorunlar 
İslam toplumunun gevşemesine ve içten içe sarsılmasına yol açarken özellikle de 
farklı grup ve mezhep taraftarları arasında son yıllarda görünen hakaret, 
tekfir, lanet ve düşmanlıklar İslami çizgiden uzak düşüldüğünü ve düşmanın 
çıkarlarına hizmet edildiğini göstermektedir.
 
 Bu sıkıntı ve olumsuzluklardan kurtulmanın tek çaresi Kur’an ve Sünnete 
dönüştür. Önümüzü aydınlatacak ve bize ışık olacak yol Kur’an-ı Kerim tarafından 
ortaya konmaktadır. Hz. Peygamber (sav)’in yöntemi birçok sorunun üstesinden 
gelme imkânı doğurmaktadır:
 
 “Ey inananlar! Andolsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı 
umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Allah’ın Resulü en güzel örnektir.” (Ahzab 
21)
 
 “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ululemre de 
itaat edin…” (Nisa 59)
 
 İnsanların gönüllerine nüfuz etmek ve onları etkilemek için güçlü de olsa 
istidlal her zaman yeterli cevabı vermeyebilir. Zira bunlardan istifade etme 
şekli ve yöntemi önemlidir. İlmi alanda büyük mesafeler kat etmiş, ancak yeri ve 
zamanı geldiğinde bunlardan istifade edemeyen birçoğunun istenen başarıyı 
yakalayamadığı görülür.
 
 İnsan varlığının bir kısmı duygulardan ibaretken diğer kısmını akıl oluşturur. 
İstidlalin güçlü olmasıyla akıl ikna edilebilir. Ancak duyguların ikna edilmesi 
doğru yöntemin kullanılmasıyla mümkün olabilir. Kur’an-ı Kerim bu güzel 
ifadesiyle, en etkin ve geçerli yönteme işaret etmektedir:
 
 “Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı 
yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi…” (Al-i İmran 159)
 
 Kaba davranış, şiddet, üstünlük taslama, hakaret etme, kibir ve gurur, 
diğerlerinin mukaddesatına saygısızlık, samimiyet ve sadakatten yoksunluk güçlü 
de olsa her türlü delili etkisiz kılar.
 
 Bugün Müslümanların farklı grup ve mezhepleri arasında diyalog ve samimi 
bağlarla irtibat kurma zemini her zamankinden daha müsaittir. Gelişen iletişim 
araçları bu imkânı arttırmaktadır. Ancak Müslümanların ayağa kalkışını ve 
silkelenişini engellemek isteyen İslam düşmanlarının aradaki bölünmeleri 
arttırmak ve derinleştirmek için çalışmaları işleri zorlaştırmaktadır. 
Müslümanların arasında kin, nefret ve düşmanlığı yayma ve fiili olarak 
birbirlerine düşürmek için her yola başvurulmaktadır. Bütün bu oyunların 
bozulmasının yolu, Müslümanların birbirleriyle diyalog kurmaları, birbirlerini 
dinlemeleri, tahammül etmeleri, vahdete yönelmeleri ve sorunlarını Kur’an ve 
Sünnet çerçevesinde çözmede yoğunlaşmalarından geçmektedir.
 
 Devam edecek…
 
 İbrahim FIRAT
 
 |