| 22-  AHDE VEFA
 Yer küresinin üzerinde yaşamaya başladığı ilk zamanlardan bugüne insanoğlu,  hayatın birçok alanında anlaşma ve akitler yapmış, hayatın yaşanılır kılınması  için çoğunlukla bunlara bağlı kalarak varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Din ve  ideolojileri ne olursa olsun, tarih boyunca insan toplulukların çoğunun nezdinde  ahde vefanın fazilet ve doğruluk ölçüsü sayıldığını, vefasızlık, anlaşmayı bozma  ve sözü tutmamanın ise kötü sayılıp yerildiğini görmekteyiz.
 
 İslam’a gelince ahde vefanın çok daha fazla önem taşıdığını, Kur’an toplumunun  mayasını oluşturan en bariz özelliklerinden biri olduğunu görmekteyiz. İslam’da  ahde vefanın teşvik edildiğine, Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de ahitlerine  bağlı kalmaları için Mü’minlere emrettiğine, bazı peygamberlerden örnekler  vererek ahde vefadaki hassasiyetlerine işaret ettiğine şahit olmaktayız.
 
 “Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz…” (Maide 1)
 Ayette geçen “ukud” kelimesini değerlendiren müfessir ve fakihler, akit  ve anlaşmaların kültürel, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri… anlaşmaları içine  aldığını Müslümanların Müslümanlarla ya da Müslüman olmayanlarla yaptıkları  anlaşmaların tümünü kapsadığını ileri sürerler. Bu, ferdin toplulukla anlaşması  olduğu gibi, topluluğun toplulukla anlaşması, topluluğun devletle anlaşması ya  da devletin devletle anlaşması şeklinde oldukça geniş kapsamlıdır.
 
 
  Müslümanca yaşamanın elde köz tutma mesabesinde olduğu günümüzde Kur’an  toplumunun akitlerine bağlı kalması daha fazla önem taşımaktadır. İslam’ın hakim  olmadığı sistemlerde İslam hukuku çerçevesinde Müslümanca yaşama ferdi açıdan  zor hatta imkansız olduğundan, İslami sorumlukların yerine getirilmesi ve  haramlardan kaçınması için Müslümanların bir araya gelip cemaatleşmeleri zaruret  halini almıştır. Cemaatleşmede uyulması gereken prensipler, bağlı kalınması  gereken akitler vardır. İslami şahsiyetin korunması, Müslüman toplumun sağlıklı  bir şekilde varlığını sürdürmesi ve güçlenmesi için Kur’an toplumu fertlerinin  vazifelerini hakkıyla icra etmeleri ve akitlerine bağlı kalmaları zaruri  sayılmıştır. 
 Müslüman toplum ya da cemaatin temelinde ve yapılanmasında İslam’a aykırılık  yoksa Allah’ın dostları dost, düşmanları da düşman kabul ediliyorsa bu  toplulukla ahdi olanlar, keyifleri istediği için ya da menfaatlerini bahane  ederek ahitlerini bozamazlar. Güç ve kabiliyetlerine göre kendilerine tayin  edilen farklı alanlarda görev üstlenebilirler. Hele hele Müslüman topluma zarar  vermek için İslam düşmanlarıyla işbirliğine girişmeleri ahde vefasızlık olduğu  gibi, Müslümanları zayıflatma ve İslam’ın kalelerini yıkma anlamına geldiğinden  İslam’a savaş açma niteliği taşımaktadır.
 
 İslami öğretide ahde vefanın önemini ve Kur’an toplumunun en bariz vasfı olan bu  özelliği anlatan ayeti kerimelere kısaca göz atalım:
 
 “(Resulüm!) Kitap'ta İsmail'i de an. Gerçekten o, sözüne sadıktı, resul ve  nebi idi.” (Meryem Suresi 54)
 
 Ayeti Kerimede sözde durmanın ve ahde vefanın peygamberlerin en bariz özelliği  olduğu Hz. İsmail (as)’ın şahsında beyan edilmektedir.
 
 Bu ayetteki va’d ile Allah Teâla ile Hz. İsmail (a.s) arasında olan va’dler  kastedilmiş olabileceği gibi, Hz. İsmail ile insanlar arasındaki va'dler de  kastedilmiş olabilir.
 
 Ayet-i Kerimede Hz. İsmail (a.s)'in Allah Teâla’ya itaat konusunda kendisine  emredildiğine sadık kaldığına işaret edilmektedir. Hz. İsmail (as) da olduğu  gibi ahde vefa bütün peygamberlerin ortak özelliğidir.
 
 Burada Hz. İsmail (as)’ın insanlara verdiği va’d de kastedilmiş olabilir.  Va’dini hakkıyla yerine getirince Allah Teala tarafından bu güzel huyu bir olgu  olarak insanlara sunulmuştur. Bu konuda İbn-i Abbas’dan şöyle bir rivayet  zikredilir: "Hz İsmail, bir arkadaşına, onu bir yerde bekleyeceğini va'detmişti  ve onu orada bir yıl beklemişti. Yine o, kendisinin kurban edilmesine sabır  göstereceğine dair (babasına) söz vermiş ve bunu hakkıyla yerine getirmiştir,  Çünkü o, "İnşallah sen beni sabredenlerden bulacaksın" demişti.
 
 “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik,  o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara,  peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere,  yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar,  namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir.  Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu  vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır!” (Bakara Suresi, 177)
 
 Allah Teâla ahde vefayı iyiliğin göstergesi saymaktadır. Verilen sözleri tutma,  yapılan anlaşmalara bağlı kalma iyilik kavramı ile nitelendirilmiştir. Ayet ve  hadislerin genel yaklaşımına göre ahde vefa, imanın, insanlığın ve olgun  şahsiyetin göstergesi kabul edilmiştir. İnsanlarla ilişkilerde güven ve emniyete  yol açan bu vasıf geçerli olmadan sağlıklı ilişkilerden ve İslami ortamlardan  bahsedilemez. Sözlere ve anlaşmalara bağlılık Allah Teâla’ya verilen sözde  varlığını bulur. İnsanların sözlerinde durmadıkları ve anlaşmalara uymadıkları  toplumlarda endişe, korku ve huzursuzluk hakim olur. Verilen sözlere  inanılmadığı gibi, emniyet ortamı bozulur ve kimsenin kimseye güveni kalmaz.  Sarsıntıların baş gösterdiği bu tür toplumlarda meydana gelen bozulmalar hayatı  yaşanmaz hale getirir.
 
 İslam’ın ahde vefaya verdiği önem, gerek Müslümanlara gerekse de Müslüman  olmayanlara karşı verilen sözü yerine getirme ve anlaşmalara bağlı kalmadaki  titizlik, insanlık tarihi boyunca hiçbir dönemde yaşanmayan güzelliklerin  İslam’ın hakim olduğu dönemde yaşanmasına sebep olmuştur.
 
 “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Yine onlar (o müminler) ki,  emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler” (Mü’minun Suresi 1 ve 8)
 
 Allah Teâlâ mü’minlerin, yani Kur’an toplumunun kurtuluşa erdiğini bildirerek  büyük müjdeyi ilan etmektedir. Emanet ve ahitlerle ilgili ayete gelince Seyyid  Kutup konuyu şöyle bir yorumla açıklamaktadır “Aynı şekilde bağlı kalınması  gereken ilk antlaşma fıtrat antlaşmasıdır. Bu antlaşmayı yüce Allah, insan  fıtratı ile kendi varlığına ve birliğine iman etmesi şartı ile  gerçekleştirmiştir. Bütün sözleşme ve antlaşmalar bu ilk antlaşmaya dayanır. Bu  yüzden mü'min, yaptığı bütün sözleşmelerde Allah'ı şahit tutar. O'na bağlılık  içinde Allah korkusunu göz önünde bulundurur.”
 
 Emanete bağlı kalma ve akitleri yerine getirmenin Kur’an toplumunun en bariz  özelliklerinden olduğu yukarıda ifade edilmişti. Zaman ve şartlar ne olursa  olsun Müslümanlar sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdür. İslam’ın hakim  olmadığı yerde de Müslümanların sorumlulukları devam eder. Müslümanların varlığı  toplumlarda güven ve huzurun hakim olmasına yol açar. Bu vasıfların icrası aynı  zamanda Müslümanların hal diliyle insanlara hitabı ve tebliği olup, ön ayak  oldukları güzelliklerin topluma hakim olmasıyla insanların İslam’a doğru cezp  edilmesine sebep olurlar.
 
 “Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resûlünden insanlara bir  bildiridir: Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin  için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz  bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed)! o kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!  Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan)  hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka  çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye  kadar tamamlayınız. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever.” (Tevbe Suresi  3-4)
 
 Muhataplar hangi din ve düşünceye sahip olurlarsa olsunlar, ahde vefada bulunup  ihanete kalkışmadıkça anlaşma ve ahitlerin geçerli olduğu, Müslümanların bütün  içtenlikle buna bağlı olacağı ifadesi, İslam’ın verdiği güvene ve insanlara  sunduğu güzelliklere işaret eder. Arap yarımadasının İslam’ın bayrağı altında  toplandığı, şirkin kökünün kazılmaya başlandığı bir dönemde Allah Teala’nın,  Müslümanların ahde vefadaki olgunluk ve büyüklüğünü gözler önüne sermesi ve  anlaşmaların belirlenen tarihe kadar geçerliliğinin garanti edilmesi, Kur’an  toplumunun ahde bağlılıktaki hassasiyetinin ulaştığı boyutları haber vermesi  açısından önemlidir.
 
 İbrahim FIRAT
 
 |