| İslami mücadelede en yüksek paye üyelik ve mensubiyettir. Mensubiyetin  dışındaki görev ve sorumluluklar geçicidir, kalıcı değildir. Mücadelenin şart ve  koşullarına göre görev ve sorumluluklar değiştiği gibi görev ve sorumlulukları  uhdesine alan kişiler de değişebilir, başkası o görev ve sorumlulukları  devralarak yola devam edilir. 
 Mücadelenin tabiatı gereği anın gereklerine göre hareket etme icap ettiğinden  mücadele, sürekli olarak bir devinim içinde kendini yenileyerek ileriye dönük  plan ve stratejiler geliştirir. Bu nedenle mücadele hep canlı ve hareket halinde  olduğundan, statik ve hareketsizliği asla kabul etmez.
 
 Mücadele, strateji ve halin gereklerine göre şekil aldığından bu şekillenmeye  paralel olarak görev ve sorumluluklar da el değişerek şekil alır. Zamana ve  durumlara göre strateji ve yöntemler geliştiremeyen, değişim ve gelişime ayak  uyduramayan, canlılık ve hareketliliğini muhafaza edemeyen hareketler zamanla  statükocu bir vaziyete girer.
 
 
  Hiç kimse bir görev ve sorumlulukta daimi olarak kalamayacağı gibi vazgeçilmez  de değildir. Vazgeçilmez olan davadır, mücadeledir ve mücadelenin değerleridir.  Her şeyden vazgeçilebilir fakat mücadeleden, bu mücadelenin değerlerinden,  istikamet, tecrübe, birikim ve kazanımlarından asla. Mücadele pratiğinin,  tecrübe, birikim ve kazanımlarının hakkı verilirse, Müslümanların heybetine  heybet katmakla kalmaz, ulaşılmak istenen hedefleri de yakınlaştırır. 
 Bu günlere kolay gelinmemiştir. Cemaatsel değerler, tecrübe, birikim ve  kazanımlar; kan, gözyaşı, çile, mazlumların feryat ve duaları ile yoğrulmuştur.  Mücadele süreçlerini yaşayanlar, bu değerlerin ne paha biçilmez değerler  olduğunun idrakinde olup bunları canlarından da kıymetli bilirler.
 
 Ben şahsen cemaatsel süreçleri özellikle 17 Ocak’ta Aziz Rehber’in şehit  olmasıyla başlayan 2000 sürecini her hatırladığımda o günleri tekrar yaşar gibi  oluyorum. Laik Kemalist rejimin zulmü, ihaneti ve kalleşliğini hissettiğim gibi  Hizbullahilerin direnişlerini, cesaret ve başeğmezliklerini, vefa ve  fedakârlıklarını, Cemaatin değer ve prensiplerine bağlılıklarını hep görüyorum.  Geçmişi hatırladıkça ruhuma bir hüzün kaplar. Çünkü en sevdiklerimiz ya şehit  oldular, ya zindandadırlar veya ülkeden uzak muhacereti yaşamaktadırlar.
 
 Kendini vazgeçilmez ve eksen olarak gören kişi, sürekli şahsi hesaplar peşinde  koşar ki gerçek anlamda mücadeleye katkı sağlamayacağı gibi uhdesinde olan  sorumluluk makamına da zarar verecektir.
 
 Mücadeleyi geleceğe taşıma ve en zor şartlarda dahi mücadeleden vazgeçmeme esas  olduğundan, sorumluluğu olan veya talip olanlar kendilerini kalıcı olarak değil,  geçici olarak görmeli, uhdesine aldıkları sorumluluğu bir emanet olarak telaki  etmeli, sorumluluğu da bir cemaat makamı olduğu idrakiyle temsiliyetin hakkını  verme telaşı ve endişesi içerisinde olmalıdırlar.
 
 Kişiler geçici, dava kalıcıdır. Dava sahibi olan biri için; dava ve mücadelesini  yüceltmek ve öncelikli tutmak esastır. Sorumluluk sahibi kimse kendi şahsında  cemaat makamını temsil ettiğinden, o kişinin müspet tarafları Cemaat’e mal  olduğu gibi menfi tarafları da mal olmaktadır. Bu baptan mesuliyet taşıyanlar,  Hizbullah’ın şahsi manevisi ve görkemine leke getirebilecek her türlü menfi  hareketlerden kaçınmaları elzemdir.
 
 Her durumda; ‘kişiler fanidir, vazgeçilir fakat dava ve mücadelesi asıldır,  vazgeçilmez’ ilkesi ölçü olmalıdır.
 
 CUDİ NUHOĞLU
 |