Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
(Ey Muhammed!) Onlarin mallari ve çocuklari seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatinda onlarin azaplarini çogaltmayi ve onlarin kâfir olarak canlarinin çikmasini istiyor. Tevbe/55

Bir Hadis:
Ademoğlu sabaha erdi mi, bütün azaları, dile temenna edip: ''Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikamette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız'' derler. (Tirmizi, Zühd 61)
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

ŞAİRİN ÖLÜMÜ

Ard arda geçirdiği acı günler şehrin belleğindeki tazeliğini koruyordu. Tanık olduğu olaylar şehir halkının çehresinde derin izler bırakmıştı. Sayısız musibetlerle karşılaşan çaresiz gözler, acı bir kâbus görür gibi olayları sessizce seyretmek zorunda kalmıştı.

Ülkeye paralel olarak şehrin yönetimi tamamıyla değişmişti. En büyüğünden en küçüğüne kadar devlet daireleri yeni çehrelerle doldurulmuştu. Şeyh Said ve arkadaşlarının idamından sonra sıkıyönetimsiz günlerin üzerine güneş doğmamıştı. Devletin görevlendirdiği en küçük sorumlular bile kendilerini genelkurmay başkanından aşağı görmüyordu. Diğer taraftan halk, yöneticilerin nezdinde suçlu bir topluluk muamelesi görüyordu.

Baştan ayağa kültürle yoğrulmuş tarihi kentte insanları dönüştürmek hiç de kolay görünmüyordu. Şehrin idarecileri bütün hesaplarını halkın dönüştürülmesi üzerine yoğunlaştırmışlardı. Diyarbakır gibi koca bir şehri dönüştürmenin kolay olmayacağını herkes kabulleniyordu. Bu işi gönüllüce üstlenen vali, kalem ehlinden işe başladı ilkin. Yazar ve şairleri vali konağına davet etti.

Çarşamba güneşi batmaya yüz tutarken şehirdeki kalem işçileri birer birer konağa akıyordu. Acı fırtınaların etkisiyle kabuğuna çekilip dünyayla haşir neşir olmayanların ve bunların aksine kalemlerini hiçbir zaman susturmayanların tümü valinin konuğuydu. Ehli kalemden bazıları kalemlerinin mürekkebini yeni rejime göre uyarlamış, iktidarın şarkılarına çabucak ayak uydurmuşlardı. Öteden beri Batı hayranlığı ateşinde tutuşanlar ise arzuladıklarına ulaşma mutluluğuyla kalemlerini cömertçe iktidarın emrine vermişlerdi. Batıdan esen rüzgârın insanımızın fıtratıyla uyuşmadığı, özden gelen anlayış ve birikimine ters düştüğü ve fıtratını öldürmeye yönelik ruh taşıdığı için yeniye karşı direnmeye çalışan diğer bir kısmının huzursuzluğu devam ediyordu.

Şehrin kültür mimarlarının huzuruna çıkan vali, azımsanmayacak derecede kalabalık ve güçlü kaleme sahip bu kitlenin cumhuriyet için, özellikle de değişim için çok şeyler yapabileceğini düşündü. Misafirleriyle teker teker tanışan vali, ikramda bulundu. Yeni rejimin faziletlerini bir bir sıraladı. Çürümüş, ömrünü tamamlamış ve tarihe terk edilmeyi hak etmiş imparatorluktan kurtulmaya halk olarak sevindiklerini, bu güzel cumhuriyetle kanatlanıp uygarlık kalelerine tırmanacaklarını sakin ve heyecanlı bir edayla dile getirdi.

Konuklar, valinin görüşleriyle çelişen bir pozisyona girmemeye özellikle dikkat ediyorlardı. Sohbetler daha çok valinin çizdiği çerçeve esas alınarak yürütülüyordu. Karşıt görüşlüler ise, özgürlükten yoksun, dayatmaların hakim olduğu ortamda görüşlerini dile getirmekten kaçınıyorlardı.

Vali; yazar, şair ve düşünürlerin tümünü görevlendiriyordu. Bundan sonra herkesin kalemi cumhuriyet için çalışacak, yazılacak eserler cumhuriyetin kurucusunun faziletleriyle süslenecek ve bu düşüncelerin halkın kafasında yer edinmesi için özverili bir çalışma başlatılacaktı. Türkçenin dışındaki diller yasaklanıyordu. Şair ve yazarlar her ayın ilk Çarşamba akşamı Vali konağında yapılacak toplantıya makale, hikâye, şiir gibi birer eserle valinin huzurunda toplanacak, eserlerini sunacaklardı. Bu alanda emek sarf edip güzel esere imza atanlar valinin lütfüne mazhar kılınacaklardı.

Ahmet Kazım, herkesin takdir ettiği kalemi güçlü şairlerdendi. Tatlı ve hoş şiirlerinin çoğu Kürdçeyle insanların duygularına hitap ediyordu. Derin manalar ve tarihin içinden kopup gelen ruh iklimiyle dolu şiirlerinin çok azı Türkçeydi.

Dökülen bunca kanlar ve özgürlüğe getirilen yasaklarla derin sarsıntılar geçiren eskinin heybetli şehri Diyarbakır, tarihinin en zor zamanlarını yaşıyordu. Şehre paralel sıkıntılara duçar olan Ahmet Kazım’ın kaleminin mürekkebi neredeyse kurumak üzereydi. Söylevlere ve zihinlere kilidin vurulduğu ortamlarda kendisini zincirlerle bağlı hisseden şairin şiirsel duyuları hareket yeteneğini kaybeden yaşlı bir adamı anımsatıyordu.

Vali konağından ayrıldıktan sonra kendisi gibi kaleminin ruhunda sarsıntılar yaşayan eski dostlarıyla birkaç adım yürüdü. Sıkıntı sıtmasına tutunmuş gibi çehreleri donuktu. Hiçbiri kalemini valinin emrinde çalıştırmak istemiyordu. Bunu nasıl başarabilecekleriyle ilgili hiçbirinin makbul cevabı yoktu.

Evine kapağı atıp derin düşüncelere daldı. Yeni ortam yüreğinden akan düşüncelere kapalı olduğundan kalemini tatil etmiş, küçük bir bakkal dükkânı açmıştı. Valinin kendisini rahat bırakmayacağını biliyordu. Daha önce nam yapmış bir kalemin belasından kurtulmanın kolay olmayacağını düşünüyordu. Başta Diyarbakırlılar olmak üzere çoğu yerde şiirleri elden ele dolaşmış, birçokları tarafından ezberlenmişti. Oysa birkaç yıldır emekliye ayırdığı kaleminin cumhuriyet rejimi için çalıştırılması isteniyordu. Özgürlükleri alıp götüren, halkı tek tipleştiren, anadiline yasak getiren cumhuriyet rejimi için verebileceği bir şeyinin olmadığını biliyordu. Ancak etrafını kuşatan bela çemberini nasıl kıracağını bilmiyordu.

Şehri terk edip kimsenin bilemediği diyarlara göçmeyi tasarladı. Uzun uzadıya zihin jimnastiği yaptı. Annesi, eşi ve dört çocuğuyla hangi diyarlar kucak açıp cömertçe kabul edebilirlerdi ki? Şüpheleri vardı. Yeni rejimin hışmına uğrayan coğrafyanın hangi parçasının cömertçe davranacağından şüphe ediyordu. “En iyisi etiyle kemiğiyle ait olduğum Diyarbakır’da kalmam. Göze batmadan, hâkim sınıfın hışmına uğramadan yaşamaya devam etmeliyim” diye söylendi kendi kendine.

Toplantının üzerinden bir aya yakın bir zaman geçmişti. Yeni toplantıya sadece üç gün kalmıştı. Hiçbir hazırlığı yoktu. Uğraştığı halde bir şeyler yazacak ruhiyeyi yakalayamamıştı. Yılların dostu Ferit Muhtar dükkân kapısında belirdi. Uzunca sohbetten sonra sıkıntısını dile getiren şair, ne yapacağını bilemediğini söyledi. Oysa Hasan Ferit, suya sabuna dokunmadan, yeni rejime fazlaca ilişmeden uygarlaşma üzerine iki sayfalık bir makaleyi kaleme almayı başarmıştı. Bütün çabası, valinin hışmından korunmak ve sakin yaşamına devam etmekti.

Şiirin üstadı Ahmet Kazım, son yıllarda gelişen siyasi olaylar, dökülen kanlar, ardı arkası gelmeyen idamlar ve zorla bir toplumu dönüştürmeye çalışan cumhuriyet rejiminin şemsiyesi altında bir daha geri dönmemek üzere şiiri paydos etmişti. Gelişmeler narin ruhunu şiddetli darbelere muhatap kıldığından şiir duyusu körelmiş gibiydi. Kendisini sıkıştırdığı halde yazmada zorlanıyordu. Bütün bunları ortamın doğurduğunu, şiire uygun olmayan ortamın zihnini kuşatıp kendisini boğmaya çalışmasıyla başarısızlıklara duçar ettiğini kabul ediyordu.

Sadece bir gün kalmıştı. Ne yapıp edip “dostlar pazarda görsün misali” bir şeyler karalamalıydı. Akşam saatlerinde dükkânı her zamankinden biraz daha erken kapatıp evine kapandı. Hayatının ilk zoraki şiirini yazacaktı.

Şiir yürekten akmayınca, düşünce deryasından dökülen ve fıtratın arasından yükselen kelimelerle hem dem olmayınca kuru ifadelerden başka anlam taşımazdı. Şiir, zorlama ve baskılarla bir arada düşünülemezdi. Bunu iyi biliyordu. Bir ara yarınki toplantıya katılmamayı düşündü. Ancak, iki askerle bir daha geri dönmemek üzere evinden alınacağını da çok iyi biliyordu.

Kürdçede iyi olduğu halde Türkçe zayıf olan şiir yeteneği, zorlama karşısında tamamen durgunlaşmıştı. Başka da çaresi yoktu. Bir şeyler karalamalıydı. Kalemini alıp yumuldu kâğıda...

Çarşamba gününün akşamı, saat yediyi gösterirken şehrin kalem ehli tam takım Vali konağındaydı. Hazırladıkları eserleri sunma heyecanıyla tutuşanlar, mutluluktan uçacak gibiydiler. Oysa Ahmet Kazım ile birkaç kişinin yüzlerinde mutluluktan eser yoktu.

Valinin kısa konuşmasından sonra kalem ehline meyve ve tatlı ikram edildi. Ardından yoklamaya geçildi. Geçen ay gelenlerle birlikte, yeni katılımlar göze çarpıyordu. Bu büyük katılım ve coşku valiyi sevindirmişti. Projesinin tuttuğu, kalem ehlinin katkılarıyla halkı dönüştürmenin daha kolay olacağına olan inancı geçerliliğini ispatlıyor gibiydi.

Konuklar, bir ay içinde halkı uygarlaştırma yolunda yaptıkları hizmetleri birer birer sıraladıktan sonra kalem ehlinin huzurunda eserlerini dillendirmeye başladılar. Valiye, rejime ve kurucusuna yağ çekmeler diz boyuydu. Ahmet Kazım’ın durumunda olanlar mazeretler uydurup, ahım şahım olmayan ve sönük kalan hazırlıklarını sunup fazla dikkat çekmeden günü kurtarmaya çalışıyorlardı.

Ahmet Kazım’a gelmişti sıra. Uzun süredir şiire ara verdiğini, yıllardır yazmadığını, dolayısıyla şiire yabancılaştığını ileri sürüp, kültürel alanda bir şeyler yapma imkânı bulamadığını söyledi. Mutluluktan ağzı bir karış açılmış vali, şairin ifadelerinden hoşlanmamıştı. Uzun yıllar şiire ara veren şairin bir şeyler yapıp yeni rejim için kaleme sarılması gerekirken bu tavrını diretmeye yormuştu. Yüzündeki sevinç çizgileri kaybolan ve ciddileşen vali, bugün için bir şeyler hazırlayıp hazırlamadığını sordu. Ahmet Kazım;

- Efendim! Şiir yazmak için yoğun çaba sarf ettim. Uzun süre el çektiğim için muvaffak olamadım. Ancak, istediğim gibi olmazsa da bir şeyler karaladım, dedi.

Öfkesi kabaran vali, yazdıklarını okumasını istedi. Ahmet Kazım başladı okumaya yeni şiirini;

NE GÜNLERE KALDIK
Âdemle başladı büyük yürüyüş
Nice toplumlar, nice sultanlar gördü bu topraklar
Nemrutlar, Dehhaklar zulüm makinesine dönüştü
Ölüm kemendine takılıp ayrıldılar birer birer

Nice güzel baharlar yaşadık
Umut olduk insanlığa uzun seneler
Medeniyetler dağıttık dört bucağa cihanın
Paris’ten, Londra’ya hükmederdi fermanımız
Dalgalanırdı yeryüzünde medeniyet sancağımız!

Uğursuz bir çağa denk geldi gönül
Batıdan esen çılgın rüzgârlar
Vurdu ruhumu en hassas noktasından
Sultanıyken insanlığın bu koca millet
Biçare yatağında ölüme düştü


Ahmet Kazım’ın şiiri valinin moralinin daha fazla bozulmasına sebep olmuştu. Cumhuriyeti ve kurucusunu öven hiçbir ifadeye rastlanmıyordu. Aksine ifadeler tamamen karşıt manalar içeriyordu. Hatta kelimeler arasında cumhuriyet rejimine düşmanlığı işleyen bir havanın estirildiği seziliyordu.

Eserler sunulduktan sonra yeniyi övüp eskiyi yerenler ve cumhuriyetle kurucusunu göklere çıkaranlar valinin özel ikramına mazhar oldular. Destelerle para dağıtıldı. Ancak, Ahmet Kazım ile birkaç kişinin eserine hiçbir ödül verilmedi.

Konuklarına teşekkür eden vali, önümüzdeki ay daha fazla hizmet etmelerini, gelecek toplantıya daha güzel eserlerle gelmelerini isteyip toplantıyı sona erdirdi.

Bu arada Ahmet Kazım’a valinin mesajını getiren bekçilerden biri salonu terketmemesini istedi. Herkes dağıldığı halde Ahmet Kazım bir köşede beklemeye başladı.

Valinin yanına çağırıldı. Ahmet Kazım’ı baştan aşağıya süzen vali, “meşhur bir şair olduğunu bildiğini, gelişen dünya ile birlikte yeni rejime ayak uydurmasını beklediğini, ayak diretmesi durumunda göz yummayacağını” ifade edip tehditlerde bulundu. Beladan kurtulmak isteyen Ahmet Kazım;

- Vali Bey! Yedi yıldır şiir yazmıyorum. Bu alanda tamamen köreldim. Daha önce Kürdçe şiirde epey becerilerim vardı. Türkçede ise nispeten zayıftım. Ancak, yıllardır Kürdçe de yazmıyorum.

- Türkçe dururken neden başka dille yazıyordunuz?

- Kürdçe ana dilim olduğu için onda daha çok başarılıydım.

- Bundan sonra Kürdçe diye bir dil yok. Kendini Türkçe üzerine yoğunlaştırmalısın. Senden şaheser yazmanı istemiyorum. Basit bir şiir karalasan yine kabulümdür. Şiirinde cumhuriyet rejimini ve kurtarıcıyı öven cümleler yazmalısın. Yani kendini ispatlaman, bizim safımızda olduğunu ortaya koyman lazım. Yoksa elimizden kurtulamazsın. İbret olsun diye aklının ucundan geçmeyen şeylerle yüzleştiririm. Koca şairin bakkal dükkânına kapanması olacak iş midir? Bunlardan vazgeç! Kalemine sarıl! Böylece müreffeh bir hayatın olacak. Büyük paralara kavuşacaksın. Söz veriyorum, sen bir adım at, dile bizden ne dilersen!

- Vali Bey! Rica ediyorum beni kendi halime bırakın. Halimden memnunum. Benden asla düşmanlık görmeyeceksiniz. Zaten çoktandır kabuğuma çekilmişim. Aleyhinizde hiçbir faaliyetime rastlamayacaksınız. Zorla güzellik olmuyor. Günlerdir kalemimi zorladığım halde bir türlü harekete geçmedi.

Ahmet Kazım’ın sözleri valiyi daha fazla sinirlendirmişti. Parmağını kaldırıp tehditvari bir üslupla:

- Ben söylediğimi söyledim. Benden kolay kolay kurtulamazsın. Bu halkın dönüştürülmesi lazım! Katkılarına ihtiyacımız var. Bunun başka yolu yok. Kendini toparlayacak ve yardım edeceksin. Söyleyeceklerim bu kadar!

Yerinden fırlayan vali odayı terk etti. Büyük bir belaya çatan Ahmet Kazım, gecenin geç saatlerinde Diyarbakır’ın ürküten karanlık sokaklarını yara yara evine yürüdü.

Huzursuzluğu hayatını tamamıyla etkilemişti. Aynı mefkûreye sahip ehli kalem arkadaşlarına uğrayıp duçar olduğu belayı anlattı. Yardımcı olmalarını istedi. Düşüncelerinde sabit kadem olan Ahmet Kazım’ın kimseye yağcılık yapmayacağını, savunmadığı düşünceler üzerine dizeler sıralamayacağını çok iyi biliyorlardı. Valiyi oyalayacak bir şiir karalamasını, böylece belayı def edebileceğini ileri sürdüler.

Bir ay sonra toplantı günü gelip çatmıştı. Akşam saatlerinde hazırlıklarını yapan kalem ehli valinin konağındaydı. Eserlerini valiye ve konuklarına sunma hazırlıkları yapıyorlardı. Kısa bir konuşma ve hal-hatır merasiminden sonra edebi eserler birer birer yankılanmaya başladı. Eserler okundukça alkış tufanı kopuyordu. Yeni rejim ve kurucusu övüldükçe alkışlar zirveye çıkıyor, eser sahipleri büyük meblağlarla ödüllendiriliyordu. Birçoğu için bu toplantılar geçim kaynağına dönüşmüştü.

Nihayet Ahmet Kazım’daydı sıra. Valinin bütün dikkatleri şaire yönelmişti. Muhalif olarak gördüğü Ahmet Kazım’ın direnip direnmeyeceğini merak ediyordu. Zoraki şiirini okumaya başladı Ahmet Kazım:

AYAĞA KALKIN
Bir çağ değişti
Tarih yeniden kazıldı sayfalara
Yeni bir buluşla açıldı gözler
Cumhuriyet’e dönüştü saltanatlar, derebeylikler

Ayağa kalkın insanlar
Yürüyün yeni çağa hükmetmek için
Ey aydınlar, münevverler
Yarınların gövdesine
Dikin şanlı sancağı

Düşün insanlığın önüne
Bir kılavuz gibi hakkın öncüsü olun
Rahmetle açılın yeryüzüne
Değiştirin, dönüştürün çirkef düşünceleri
El ele tutuşarak
Hakka açın yeryüzünü


Ahmet Kazım’ın şiirinde rejimi ve kurucusunu övücü hiçbir ibare geçmiyordu. Şaire huylanan vali, dillendirdiği şiirin rejime cephe alan muhalif bir nitelik taşıdığına hükmetmişti. Şiirin tamamlanmasıyla öfkesi yüzünde çizgi çizgi belirginleşen vali alkışlamaktan sakınınca Ahmet Kazım’ın şiiri sönük bir alkış aldı. Diğer eserlerle ilgili görüş beyan eden vali, Ahmet Kazım’ı şiiriyle ilgili hiçbir şey söylemedi.

Gece programlandığı gibi sona erdi. Görünürde Ahmet Kazım hiçbir tepki almamıştı. Bu tavra bir anlam yükleyemedi. Valinin kendisiyle uğraşmaktan vazgeçtiği hissi zihnine takılmaya başlamıştı. Herkes gibi konaktan ayrılıp evine gitti.

Ertesi gün her zamanki gibi dükkânında müşteri beklerken kapıda iki asker belirdi. Kendileriyle Emniyet Amirliğine kadar gitmeleri gerektiğini söylediler. Ahmet Kazım’ın bir yığın sorusuna, “hiçbir şeyden haberimiz yok” cevabıyla karşılık verdiler. Ellerini kelepçeleyip aralarına aldıkları Ahmet Kazım’ı Emniyet Amirliğindeki bir hücreye bıraktılar. Pislik içindeki hücrenin kokusu dayanılacak gibi değildi. Üstelik hücrede hırsızlıktan ve adam öldürmekten yakalanmış insanlar vardı. Yatacak ve hatta oturacak yer yoktu. Yerler ıslaktı. Duvara yaslanıp beklemeye başladı. Dakikalar, günlere ve hatta aylara dönüşmüştü onun için. Bu zor ortamda zaman geçmemekte diretiyordu. Ne kapıyı açanı vardı, ne de soranı. Duvara secde ederek namazlarını eda etmeye çalışıyordu.

Uzunca bekleyişle perişan olan şairin ayakları ve bacakları şişmişti. Ayakta kalacak dermanı tükenmişti. Ertesi sabah nihayet kapı açıldı. Açlıktan, susuzluktan, en önemlisi de tuvalete gidemediğinden dolayı perişan durumdaki Ahmet Kazım, acilen tuvalete gitmek istediğini söyledi.

Tuvalet ihtiyacı, kuru bir ekmek parçası ve bir bardak su ikramından sonra elleri kelepçelenen Ahmet Kazım, hırsız ve katillerle birlikte mahkemeye götürülmek üzere hücreden çıkarıldı. Mahkemeye götürülme ve büyük bir suçlu muamelesine tabi tutulma sebebini henüz bilmiyordu.

Elleri kelepçeli, yorgun, bitkin ve halsiz bedeniyle askerlerin arasında Diyarbakır caddelerini birer birer yarıp mahkemeye doğru yürüyordu. Şairi iyi tanıyan Diyarbakır halkı, askerin kuşatması altında katillerin arasındaki yürüyüşünü ibretle izliyordu.

Bekleme odasına alındı. İki saatlik aradan sonra İstiklal Mahkemesinin yargıçlarının huzuruna çıkarıldı. Valinin şikâyette bulunduğu ileri sürülüp bir sürü suç isnadında bulunuldu. Saltanatı savunduğu, bölücülük yaptığı, eski rejimin geri gelmesi için çalıştığı, halkı yeni rejime karşı kışkırttığı, yeni rejimin yöneticilerini, özellikle de kurucusunu kötülediği… gibi kabarık bir suç dosyası hazırlanmıştı.

Yıllardır bakkal dükkânı işlettiğini, uzun süredir şiir yazmadığını, valinin isteği üzerine şiir yazmak zorunda kaldığını, yeni yazdığı şiirlerde eskiyi öven ve yeniyi yeren ifadelerin bulunmadığını dile getirdiyse de önceden hüküm verilmişti. Halka ibret olacak kellelere ihtiyaç vardı. Şair, ibret için feda edilecekti. Yeni rejimin şakşakçılığını yapsaydı onun yerine başka kelleler kurban edilecekti.

Suçsuzluğunu ispatlamak için saydığı onca delil bir işe yaramadı. Siyasi karar veren birçok mahkemede olduğu gibi faturası önceden kesilmişti. “İşlediği ağır suçlar göz önüne alınarak sanık Ahmet Kazım’ın idamına karar verilmiştir” sözünün salonda yankılanmasından sonra hayatına noktanın konulduğunu anladı.

Kurbanlık koyundan farkı olmadığını biliyordu. Yeni rejimin insanlara hediyesi de buydu zaten. Herkesin boyun eğip sonuna kadar teslim olması isteniyordu. Bu yönde iradede bulunmayanların cezaları ise darağaçlarıydı.

Ailesi ve yakınları şairin başına nelerin geldiğinden habersizdi. Emniyet Amirliğine başvurdukları halde şairle ilgili en küçük bir haber alamadılar. Nihayet bir sonraki günkü gazeteler, “Bölücü ve gerici fikirleri savunup yeni rejimi yıkmaya çalışan şair Ahmet Kazım sabaha doğru idam edildi” manşetiyle halkın huzuruna çıkınca şairin akıbetinden haberdar oldular.

Haber üzerine tüm Diyarbakırlılar gibi aile bireyleri de ağır bir şok yaşadılar. Olanlara kimse inanamıyordu. Başlarına gelenin şaşkınlığı içindeki aile bireyleri, cenazeyi almak için valiliğin yolunu tuttular. Büyük engellerle karşılaştılar. Uzunca mücadeleden sonra, cenazeyi devletin gömeceği, aileden sadece iki kişinin katılabileceği söylendi. Aynı gün, bir asker tarafından alınan şairin eşi ve annesi mezarlığa götürüldü. Şairin cesedi, yıkanmadan ve namazı kılınmadan mezarlığın bir köşesinde askerler tarafından defnedildi. Hıçkırıklara boğulan eşi ve annesinin yarım saat içinde mezarlığı terk etmesi istendi. Büyük acı ve şok yaşayan annesi ve eşi, yaşlı gözler ve yaralı yüreklerle mezarlığı terk edip evlerine döndüler.

Abdullah ŞAFAK

Diger Basliklar
   ZİNDANDAKİ ADAM
   AYRILIK!
   HIÇKIRIK!
   ERKEN ÖLÜR ANALAR!
   ZİNDANI SARAN ÖFKE!
   BİAT
   BULUŞMA
   YAŞLI GENERAL
   ARTIK HER ŞEY İÇİN ÇOK GEÇ...
   EY BİRADER
   AĞIR CEZA
   ÇOCUK
   HASRET
   35 CAN
   YENİ BİR GÜN DOĞUYOR
   DEĞİŞİM
   DOĞUM
   BASKIN
   İSYAN ATEŞİ
   BAYRAM SABAHI
İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git