| 
 İsmail’in 
çehresine rengini veren ağır sıkıntılar etraftaki havayı buza çeviriyordu. On 
gündür bu zindana ve bu koğuşa gönderilen neşe dolu bu adamın moralinin 
sıfırlarda seyretmesi koğuş arkadaşlarını huzursuz etmişti. Yaşlı bir çınar gibi 
duran ve her fırsatta zindan gençlerine sabrı tavsiye eden Hacı Mahmut, 
İsmail’deki ani değişikliğe anlam verememişti. Onunla konuşmaya karar verdi; 
 -Ne oldu sana böyle? Neden kara kara düşünüyorsun İsmail Kardeş?
 
 -Bir şey yok Abi! Her zamanki şeyler!
 
 -Oysa sen her zaman böyle değildin! Bugün sende moral diye bir şey kalmamış! 
Bunun hikmeti nedir acaba?
 
 Zindanın kalın demirlerden örülü penceresinden dışarıda yağmakta olan karlara 
gözü kilitlendiği anlaşılan İsmail, birkaç saniyelik sessizlikten sonra derin 
bir iç çekip konuşmaya devam etti:
 
 -Hacı Abi! 21 yıldır zindandayım. Bugün 22. yıla giriyorum. 21 yıl önceki bugünü 
çok iyi hatırlıyorum. Diyarbakır’da kar yağıyordu. Kar tanelerinin şehrin 
hüzünlü çehresini örtmek için yarışır gibi yerlere serilmesinin ihtişamını 
hiçbir zaman unutamıyorum.
 
 -Anlaşılan için dolu senin! Koca bir ömürdür 21 yıl! Ne yaptın da bu kadar 
yıldır seni tutuyorlar?
 
 -Zaten beni öldüren budur Abi! Hiçbir şey yapmadığım için yanıp tutuşuyorum! 
İnan bana, bugüne kadar bir kez olsun silaha elimi sürmüş değilim. Hayatımda 
kimseye bir tokat atmadım. Kimseye yan bakmadım. Buna rağmen 21 yıldır zindanın 
bu acımasız duvarları arasında yazılmış günlerimi sıkıntılarla tüketiyorum.
 
 -Gariplerin vatanıdır zindan. Zindandaki her çehrenin derin bir acısı vardır. 
Çoğu zaman suça bakmaksızın ellerinden tuttukları garibanları doldururlar 
buralara. Anlat da zindana neden düştüğünü öğrenelim!
 
 Bu esnada en gençleri olan Ramazan elinde tepsi, üç çayla geldi. Çayları 
yudumlamak için oturdular. Derin bir iç çeken İsmail anlatmaya başladı:
 
 -Diyarbakır çocuğuyum Hacı Abi! Bağlarda geçti çocukluğum! Mühendis olmak 
istiyordum, bilgisayar mühendisi. Liseyi bitirmekle birlikte girdiğim üniversite 
sınavında mühendis olacak kadar puan alamadım. Daha fazla çalışıp bir kez daha 
sınava girmeye karar verdim. İnşaatlarda çalışıyordu babam. Maddi sıkıntılarla 
boğuşuyordu ailemiz. Annem, mühendis olmamı benden fazla istiyordu. Dershane 
paramı temin için bileziğini satmıştı.
 
 Gözleri yaşaran İsmail, mendilini çıkarıp gözyaşlarını sildi. Dostları da 
duygulanmışlardı. Kaldığı yerden devam etti.
 
 -19 yaşındaydım! Üniversiteye hazırlanmak için dershaneye gidiyordum. Mühendis 
olmak, annemin gönlünü hoş etmek ve ailemi sıkıntıdan kurtarmak için çok 
çalışıyordum. 21 yıl önce bugün, ikindi vakti dershaneden çıkıp eve yöneldim. 
Hafif hafif kar yağıyordu. Karlı havada yürümeyi çok seviyordum. 15-20 dakika 
kadar yürüdüm. Evimizin iki sokak ötesindeki caddede silah sesleri duyuldu. 
Herkes gibi bir korku kapladı içimi. Bir iki dakika sonra etraftakilerin 
işlerine yönelmesi üzerine yoluma devam ettim. Biraz ötede bir kalabalık 
görünüyordu. Merak edip yanlarına yaklaştım. Toplanma sebebini öğrenmek için 
kafamı uzattım. Karşı komşumuzun 26-27 yaşlarındaki oğlu Deniz kanlar içinde 
yatıyordu. Darbeyi başından almıştı. Kalabalığı yarıp yanına yaklaştım. “Ne 
bekliyorsunuz? Adam yaralı, bir araba çağırın!” dedim. Kimseden ses çıkmadı. 
Kalabalığı yarıp caddenin bir kenarında bekleyen bir taksiyi çağırdım. Yaralıyı 
kucaklayıp arka koltuğa yerleştirdim. En yakın hastahaneye götürdüm. Durumu 
ağırdı. Hastahaneden kaptığım bir sedyeyle yaralıyı acile çektim. Bu arada 
yanıma yaklaşan polis olayı sordu. Bildiğim şeyleri bir bir anlattım.
 
 Ailesine haber verildi. Bütün müdahalelere rağmen yaralı kurtulamadı. 
Polislerden biri tanıklık yapmam gerektiğini söyledi. Beni karakola götürdüler. 
Bu arada ölenin ailesinin benden şikayetçi olduğunu haber verdiler. Tanık olarak 
girdiğim yerde sanık olarak sorgulamaya başladılar. Günlerce devam etti sorgu. 
Ağır işkenceler gördüm. Hiçbir delilleri olmadığı halde olayı üzerime yıktılar. 
Öldürülenin PKK’nin önemli bir elemanı, benim de Hizbullah militanı olduğumu ve 
onu öldürdüğümü iddia ediyorlardı. Oysa bunların hiçbir geçerliliği yoktu. 
Fırsatını buldukça camiye gidip namaz kılıyor, Kur’an okuyordum. Camiye gidişimi 
Hizbullah militanlığına yordular. Ağır işkenceler altında bana yöneltilen 
şeyleri kabul ettim. Mahkemede gerçeği dile getirdim. Olayla bir ilgimin 
olmadığını söyledim. Alakam olmadığı halde örgüt üyesi olmaktan ve adam 
öldürmekten ömür boyu hapis cezasına çarptırıldım.
 
 19 yaşındaydım. 21 yıldır zindandayım. Bizi iyi tanıyordu çocuğu öldürülen 
komşumuz. Olayla ilgimin olmadığını bildikleri halde beni zindana mahkum 
ettiler. Ailemi ölümle tehdit ettiler. Babam, dedemin yadigârı evi satıp 
İstanbul’a taşındı. Kahrından yataklara düştü annem. Bir müddet sonra da vefat 
etti. Kardeşlerimle yalnız kalan babam ikinci defa evlendi. Şimdi herkes 
dünyasıyla baş başa yaşıyor. Ben ise yüzlerce kilometre uzaklarda, Karadeniz’in 
bu unutulmuş zindanında, işlemediğim suçun cezasını çekiyorum. Yaşlı babam 
birkaç ayda bir yol parasını biriktirip yanıma uğramaya çalışıyor. Onun dışında 
ne arayanım var, ne soranım.
 
 İşlemediğim suçun cezasını çekiyorum Hacı Abi! İşte budur içimi yakan ve beni en 
hassas yerlerimden vuran acı! 40 yaşındayım. Yaralı birine yardımdan 21 yıldır 
zindandayım. Saçlarım ağardı gördüğünüz gibi. Annem kahrından öldü. Ailem 
sürgünlere mahkum edildi. Kardeşlerim annesiz büyüdü. Her biri dünyanın bir 
bucağına dağıldı. Ben ise koca duvarlar arasında okyanuslarda rotasını kaybeden 
hedefsiz bir gemi gibi yaşamaya çalışıyorum, yaşam denirse buna! Yalnız 
kaldıkça, sıkıldıkça, içim yandıkça seccademe kapanıyor, içimi O’na döküyor, 
O’nun dergahında eriyorum. Bir teselli bulup sabır ağacının dallarının altında 
bulabildiğim gölgeliğe sığınıyorum. İşte budur benim hikayem Hacı Abi. . .
 
 Abdullah ŞAFAK
 
 |