Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
Gözleri horluktan asagi düsmüs bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasaglam iken de secdeye davet ediliyorlardi (fakat yine secde etmiyorlardi). Kalem/43

Bir Hadis:
Müslüman, dilinden ve elinden diğer müslümanların güvende olduğu, mü’min de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kişidir. (Tirmizi, İman 12)
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HASRET

Evinin güneşe açılan balkonunda bir iskemleye oturmuş, soğuk bir kış gününün Batıya kayan son güneşinin ışınlarının karşısında çayını yudumluyordu. Tepesinde halkalanan sigara dumanı iki metre yükseklikte havaya karışıp kayboluyordu. Batı tarafına kayan güneş karlı tepelerin arkasına doğru yoluna devam ediyordu. Bahçenin bir köşesinde koşuşturan beş ve yedi yaşlarındaki torunlar körebe oyununa iyice kaptırmışlardı kendilerini.

Balkonun hemen karşısındaki bahçe kapısının hafifçe aralandığını fark etti. Güneşin son ışıklarıyla karşı dağların tepesinde parıldayan karlara dalan gözleri aldırmadı. Birkaç saniye sonra gözlerini bahçeye yönelttiğinde 70’lik Semiha ananın ağır aksak bahçenin ortasından evin kapısına doğru hareket ettiğini fark etti. Şaşkınlık içinde:

-Semiha ana! Sen misin? Buyurun! Sesini yükseltip çocuklarına seslendi;

-Çocuklar, Semiha anaya yardım edin, dedi.

-Vakit çok geç, içeri gelmeyeceğim. Sana bir işim düştü muhtar!

-Buyurun! Ne işi? Neden zahmet ettin? Haber gönderseydin ben gelecektim!

-Perşembe günü oğlumu bırakıyorlar. Yıllardır hasretiyle tutuştuğum ciğer parem zindandan çıkacak. Kızımla birlikte getirmeye gideceğiz.

-Sen gidemezsin ana! Hem hasta hem de yaşlısın! Çocuk değil ya, kendisi çıktığı gibi eve gelir! Bu halinle bir yere gidemezsin!

-Hayır muhtar! Gitmem lazım! Babası öyle vasiyet etmişti.

-Peki benden ne istiyorsun?

-Elimiz çok dar. Bize para lazım!

-Ne kadar?

-500 lira. Kızım öyle söyledi!

-Bu kadar parayı ne yapacaksın Semiha Ana?

-Yola gideceğiz. Oğlumun elbiseleri eskimiş, ona elbise alacağım…

-Paramı nasıl ödeyeceksin?

-Merak etme! Oğlum çalışıp paranı ödeyecek!

-Oğlun nasıl çalışacak? Önce iş bulması lazım! Zaten hayırlı evlat olsaydı yaşlı anasını bırakıp kanunsuz işlerin ardına düşmezdi! Gitmekten vazgeç Semiha Ana! Orası çok uzak! Öldüğünde arkanda Yasin okumayan evlattan ne hayır gelir? Sana uzun süredir mektup bile yazmıyor!

-Ben ona helal süt emzirdim Muhtar. O benim oğlum! İki tane keçim var. Onları satar paranı veririm!

-Madem gitmekte kararlısın sabahleyin istediğin parayı gönderirim.

Zor bir yolculuktu. Köyden, ilçeye, oradan vilayete, oradan başka bir şehre, oradan da Bayburt’a saatlerce süren yolculuğun her anı eziyet vericiydi. Hastaydı, dizlerinde ve belinde şiddetli ağrılar vardı. Evlat hasretiyle tutuşan yüreği sıkıntı ve ağrılara karşı şiddetli direnişe yol açıyordu.

Uzun yolculuk, beden ağrıları, yaşlılık ve yorgunluk Semiha Ana’nın bedeninin en küçük hücrelerinde bile etkisini göstermişti. Sabah güneşiyle birlikte otogarda indiğinde ağızdan çıkan nefesin derhal şekil değiştirdiği kışın keskin soğuğu yüzüne çarpınca bedenini garip bir titreme aldı. Ayakları gövdesinin altında cansız heykellere dönüşmüştü. Güçlükle yürüyebiliyordu. Uzun bir zamandan sonra oğluyla buluşacak, bağrına basacak, onun kollarında eve dönecekti. “Bütün bunlara değer” diye geçirdi çileli hayatın altında yaşam mücadelesi veren yorgun zihninden!

Annesinin yürümede zorlandığını fark eden Nurcan Hanım, araba kiralamak zorunda kaldı. Normalde arabaya verecek paraları yoktu. Hayatları hep fukaralığın sahillerinde geçmişti. En küçük para birimi bile değerliydi onlar için.

Birkaç dakika sonra rüyalarını kabus gibi yaran koca zindana ulaştılar. Arabadan inen yaşlı kadın zindan kapısına yöneldi. Serkan’ı kapının hemen arkasında zannediyordu. Annesinin kolundan tutan Nurcan Hanım zindan duvarının dibine çekti. Çantasından çıkarttığı örtüsünü yere serip annesini oturttu. Yerleri taş gibi katılaştıran don henüz çözülmemişti. Bu yabancı memlekette ne yapabilirlerdi ki? Ne sığınacak kimseleri vardı, ne başlarını koyacak yerleri.

Birkaç dakika sonra buzları çözülmemiş toprağa oturan anneyi korkunç bir titreme sardı. Nurcan Hanım da üşüyordu. Zindan nöbetçisinden sandalye istedi. Zindanın soğuk ve anlamsız ruhu yüzünde anlamsız şekillere yol açmış nöbetçi kaşlarını çatıp “yok” anlamında kafasını salladı.

-Beyefendi rica ediyorum… Uzak yerlerden geldik. Annem çok hasta! Birkaç dakikalığına ısınmasına izin verin!

Hafifçe başını kaldıran nöbetçi, kaşlarını kaldırıp “yok” anlamında kafasını salladı.

Taş kalpliydiler, yaşlı bir kadına acımayacak kadar da merhametsiz!

Üşüdüğü halde pardösüsünün altından kazağını çıkarıp annesine giydirdi. Bir dakika geçmeden şiddetli bir titreme sardı. Hareket edip karşı koymak için çabaladığı halde hücrelerinin derununa yansıyan soğuğun şiddeti kalbine işlemişti. Annesine yaklaşan Nurcan Hanım, şehre gitmeyi burada bir camiye ya da başka bir yere sığınmayı teklif etti. Ancak gözünü zindan kapısından ayırmayan yaşlı kadının burayı terk etmeye niyeti yoktu. “Sen git kızım! Ben Serkan’la birlikte gelirim!” dedi.

Dayanılacak gibi değildi. Nurcan Hanım, annesinin yanına sokuldu. Anne kız, birbirlerine dayanarak iliklere kadar işleyen soğuğa karşı koymaya başladılar.

Her dakikası azaba dönüşen bekleme saatleri çoğaldıkça kadınların bedeni dayanıklılığını yitiriyordu. Hasta annesini zindan kapısında kaybedeceğinden korkan Nurcan Hanım, kendisinden çok annesinin derdine düşmüştü.

İkindi ezanının sesi misafirlerine bu derece duyarsız kalan şehrin tepelerinden yükselirken Serkan’dan hiçbir haber yoktu. Giren çıkanlar hep başkalarıydı. Çelimsiz bedeni duyarsız bir yığına dönüşen Nurcan Hanım umutlarını yitirmeye başlamıştı:

-Anne belki bırakmaktan vazgeçmişler! dedi.

-Hayır kızım! Serkan’ımı bırakacaklar. Onu almadan buradan gitmem!

Bir duvar dibinde yaşam mücadelesi veren anne ile kızının ayakları çalışamaz olmuştu.

Bu arada zindanın önünde bazı hareketlenmeler başladı. Çoğu gençlerden oluşan 7-8 erkekle iki kız arabalarını park edip zindan kapısının önünde toplandılar.

Kimi zaman sesleri yükseliyor, kahkahalarla gülüyorlardı. Aradan fazla bir zaman geçmeden, zindan kapısı bir kere daha açıldı. Elindeki bavuluyla Serkan, zindan kapısında belirdi. Serkan’ı görmesiyle şok yaşayan yaşlı kadının dili kilitlendi. “Serkan’ım” diye bağırmak istedi, yapamadı. Kalkıp Serkan’a doğru koşmak istedi, ayakları izin vermedi. Yerinden doğrulan Nurcan Hanım hiçbir şey hissetmediği ayaklarının üzerinde durmak isterken yere yuvarlandı. Uyuşan ayakları bedenini taşıyamıyordu. Yerinden doğrulup annesini kaldırmaya çalıştı, başaramadı. Ne yapacağını bilemiyordu. Ne kendisi gidebiliyordu, ne annesi! Zindanın önünde bekleyen gençler Serkan’ın etrafında toplanıp slogan atmaya başladılar:

-Yaşasın devrimci direnişimiz! Tek yol devrim! Bıji Kürdistan!

Gençlerin arasına karışan Serkan, sol elini kaldırıp sloganlara katıldı. Annesini kaldırmaya çalışan Nurcan:

-Ayağa kalk anne! Serkan’ın yanına gideceğiz!

Bütün çabalarına rağmen yerinden kaldıramadı. Ayaklarındaki uyuşukluktan kurtulamayan Nurcan Hanım duvara tutuna tutuna Serkan’a doğru hareket etti. Gençlere karışan Serkan sloganlar arasında arabalara doğru yürüyordu. Serkan’ı durdurmak için çabalayan Nurcan Hanım;

-Serkan Abi! Serkan Abi! Serkan Abiiii!

Nurcan Hanımın sözleri sloganların ses duvarına çarmış, hedefine ulaşamamıştı. Göz göre göre uzaklaşıyordu Serkan. “Allah’ım!” dedi. Bir şeyler yapmalıydı. Tutunduğu duvardan ellerini çekip Serkan’a doğru koşmaya çalıştı. Ayaklarının uyuşukluğu izin vermedi. Bir kez daha yere yuvarlandı. Sloganlar kesilmiş, Serkan arabaya iyice yaklaşmıştı. Duvara tutunan Nurcan Hanım şiddetlice bağırdı:

-Serkan! Serkan! Serkan Abiii! Annem burada. Annemi bırakıp nereye gidiyorsun?

Nurcan Hanım’ın gür sesi Serkan’ın kulaklarında yankılandı. Tanıdık gelmişti. Kafasını kaldırıp sese yöneldi. Nurcan Hanımla göz göze geldi. Duvar dibinde oturmuş çaresiz bakışların arasından yorgun ve hasta gözleriyle hasretine yönelerek sağ elini kaldıran annesini gördü. Elini hafifçe kaldırıp annesine ve Nurcan Hanım’a salladı. Bir daha onlara bakmadan arabaya binip uzaklaştı. Nurcan Hanım’ın:

-Serkan! Serkan Abi! Annemi bırakıp nereye gidiyorsun! sözleri havada yankılanırken, birkaç saniyede gözlerden kaybolmuştu. Gözlerinden yaşlar boşalan Nurcan Hanım çaresizce ve ümitsizce annesine yöneldi. Yere yığılan yaşlı kadın inliyordu. Sağ elini uzatmış dudaklarından boşalan nefesin arasından “Serkanım, Serkanım!” mırıltıları dökülüyordu…

Abdullah ŞAFAK
 

Diger Basliklar
   ZİNDANDAKİ ADAM
   AYRILIK!
   HIÇKIRIK!
   ERKEN ÖLÜR ANALAR!
   ZİNDANI SARAN ÖFKE!
   BİAT
   BULUŞMA
   YAŞLI GENERAL
   ARTIK HER ŞEY İÇİN ÇOK GEÇ...
   EY BİRADER
   AĞIR CEZA
   ÇOCUK
   HASRET
   35 CAN
   YENİ BİR GÜN DOĞUYOR
   DEĞİŞİM
   DOĞUM
   BASKIN
   İSYAN ATEŞİ
   BAYRAM SABAHI
İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git