Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
Gözleri horluktan asagi düsmüs bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasaglam iken de secdeye davet ediliyorlardi (fakat yine secde etmiyorlardi). Kalem/43

Bir Hadis:
Müslüman, dilinden ve elinden diğer müslümanların güvende olduğu, mü’min de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kişidir. (Tirmizi, İman 12)
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

ŞEHADETİNİN 18. Y...

BİAT

Karanlık, korkunç gecelere açılan kapıydı. Güneş bütün ihtişamıyla kuşatıp ruhuna nüfuz ettiği şehrin üzerinden çekildiğinde, gece karanlığında çalışanların altın saatleri başlıyordu. Gündüzün uyuklayan gözler ve rahata yönelmiş gönül gecenin derununun uyanık sakinleriydi.

Isınma imkânını alıp götüren soğuk kış sona ermiş, gecelere uykusuz giren gözlerin fazla da ilgili olmadığı bir sıkılganlıkla bahar kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. İlgili ilgisiz herkesin fark edebileceği şekilde yeni yeni yeşeren ağaçlar şehrin kokusuna ve görüntüsüne iyice nüfuz etmişti. Ancak büyük kederleri olanların zihinleri başka yere kilitlendiğinden bütün bu değişimlere umursamaz gözlerle bakıp aldırmadan geçip gidiyorlardı.

Ülke ikinci Moğol istilasına teslim olmuş bir görüntü veriyordu. Bu sefer İslami kimlikleriyle tanınanların kıyametiydi. Gündüzün iç açan parlak ışıkları altında şehirde kısmi bir emniyet hâkimdi. Geceleri ise baskın saatleriydi. Gündüz keşfedilen evler, geceleyin bir bir basılıyordu. Kimi yerde doğrudan infazlar yapılıyor, eş ve çocuklarının gözü önünde gencecik insanlar kurşunlanıyordu. Baskınlarda insani hiçbir değer gözetilmiyordu. Hakaretler, küfürler ve dövmeler en sıradan davranışlardı. Bütün bunlar ilk baskın anlarında başlıyordu. Kelepçeledikten sonra polis arabasına bindirilenlerin sağ salim döneceğini kimse garanti edemiyordu. İstisnasız polisin götürdüğü herkesi şiddetli bir işkence bekliyordu. Hiçbir suçu olmazsa da taşıdığı İslami kimlik işkence için yeterli sebepti.

Aylardır ekonomik sıkıntı içinde yaşıyorduk. Uzun süredir ailelerimizle irtibatımız yoktu. Kahvaltılarda çökelek cinsinden ucuz bir peynirden başkasını alamıyorduk. Yemeklerde de piyasanın en ucuz mahsulü patatesi aşamıyorduk.

Olacaklara kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Ancak, diliyle söylemezse de konuşma ve hareketlerinde eşimin tedirginliği açıkça görünüyordu. Geceleyin evin yakınlarından geçen her araba irkilmesine yol açıyordu. Hassasiyeti fazlalaşmıştı. Bütün ısrarlarıma rağmen uyuyormuş gibi yapsa da baskın korkusu uyumasına izin vermiyordu.

Şiddetli yokluk içinde çocuklar epey zayıflamıştı. Çoğu zaman yemek pişirme imkanı yoktu. Bütün bunlar hayatın tabii bir parçası haline gelmişti. Ancak 2000 yılının Kurban Bayramında yaşadıklarımızı bir ömür unutamayız. Özellikle yiyecek sıkıntısından dolayı zaaf yaşayan çocukların unutması mümkün değildi. Kurban Bayramı sabahı istisnasız bütün komşular, apartmanın önündeki boşlukta kurbanlarını kestiler. Bir müddet sonra etlerini alıp evlerine çıktılar. Balkona çıkıp kebap için kömürleri ateşleyip köz haline getirdiler. Etlerin közle buluştuğunda çıkarttığı öldürücü koku insanın içini kemiriyordu. Çocuklara getirilen hiçbir bahane apartmanı saran kokuyu perdeleyemiyordu. Pencereleri kapattığım halde bütün inatçılığını kullanan kebap kokusu yakamızı bırakmamak için diretiyordu. Etlerini kapımızın önünden taşıdıkları halde komşulardan hiç biri, apartmanın kurban kesmeyen tek evi olan yuvamıza bir parça kurban eti vermeyi düşünmedi. Ancak içimize hançer gibi işleyen kokusundan istifade ettirmekten de kaçınmadılar.

Kimi zaman artıp eksilse de misafirsiz kalmıyordum. Birkaç gündür bir misafirim vardı. Bir yolunu bulmuş, çocukları annesinin yanına göndermişti. Aslında çokları için bu da çözüm değildi. Medyadan boşalan yalan ve iftiralar kimi ailelerde doğrudan çocuklara hakaret edilmesine sebep oluyordu. Verilen bir parça ekmek çoğu zaman burunlarından getiriliyordu.

Gün boyu güneşin okşadığı pencerelerimizi bu kez karanlık sarmıştı. Akşam soğuk ve öfkeli çehresiyle İstanbul’un üstüne çöküverince bu gecenin diğer gecelerden farklı olacağı hissi içimi kemirmeye başladı. Ancak Allah’a olan inanç, Allah için yapılanlardan dolayı suçlanma ve yapılan büyük iftiralar çoğu şeyleri normalleştiriyordu.

Misafirimin çehresinde hafif bir tedirginliğin dalgalandığını hissettim. Yüzüne dikkatlice bakılmadan anlaşılmayan ince ter taneciklerine şahit olmam, bu gecenin farklı olacağıyla ilgili hislerimi güçlendirmişti. Dağ gibi sarsılmaz imanı vardı İbrahim’in. Tek rahatsızlığı hak etmediğimiz halde bunca yalan ve iftiralara maruz kalmamızdı.

İslam düşmanlarının eline düşüp hakarete uğramaktan ve aşağılanmaktansa çarpışa çarpışa ölmeyi arzuluyorduk. Küçük bir tabancadan yoksun oluşumuz bu imkanı elimizden alıp götürüyordu.

Her ikimizde de o geceye has kelimelerle tarif edilemeyecek ölçüde küçük bir tedirginlik vardı. Birbirimizin gözlerinden bunu okuyabiliyorduk. Ancak hiçbirimiz bununla ilgili konuşmuyorduk.

Her zamanki gibi erkenden uyuduk. Gece namazına kalktığımızda ortamda bir değişiklik yoktu. Çocukların odasına vardığımda eşimin uyanık olduğunu fark ettim. O gece yüzünde farklı bir tedirginlik vardı. Bu ruh hali, pencereye yakın bir yerde saatlerce oturmasına yol açmıştı. Elinde tespihi küt küt atan kalbiyle akşamdan beri zikir çekiyordu.

Her zamanki gibi gece namazını kılmış, sabah ezanını beklerken cüzümüzü okuyorduk. Şehrin üstüne çöken gecenin sessizliğinin ezanla yarılacağına kulaklarımız kilitlenmişken gürültüden sayılarının fazla olduğu anlaşılan araba sesleri duyuldu. Çocukların odasına girdiğimde heyecanlı ve benzi atmış şekilde ayakta bekleyen eşim “Polis!” dedi. İkinci bir kelimeyi telaffuz edemedi. Sakin olmasını, heyecanlanacak bir şeyin olmadığını söyledim. Perdenin ardından baktığımda çok sayıda polis arabasının apartmanın önünde durduğunu fark ettim. Misafirimin kaldığı odaya geçip “Polisler geldi!” dedim. Hiçbir tedirginlik hissine kapılmadan yarım kalan sayfasını bitirip Kur’an’ı kapattı.

–Keşke bir silahımız olsaydı da bu zalimlerin eline düşmeseydik, dedi.

–Maalesef bir şeyimiz yok, dedim.

Bu esnada kapımız şiddetlice vuruldu. Gürültünün fazlalığı çocukların uyanmasına sebep oldu. Nefeslerini tutmuş şaşkın şaşkın etrafa bakınıyorlardı. Kapıya yaklaşıp:

–Kim o? diye sordum.

–Polis! Kapıyı aç!

–Biraz bekleyin! Giyinip açacağım! dedim.

–Acele kapıyı aç! dedi, gür bir ses!

–Bir iki dakika bekleyin. Açacağım! dedim.

Bir saniye bile beklemeden birkaç hızlı darbe ile kapıyı kırıp içeri daldılar. Moğol askerleri gibi önlerine çıkan her şeyi kırıp geçiriyorlardı. Üzerime gelen iki kişiden biri silah dipçiğiyle kafama vurup;

–Olduğun yerde yat! Herkes yere yatsın! dedi.

Dipçikle kafama bir tane daha vurup beni yere attılar. Kapıya çıkan İbrahim;

–Allah düşmanları! Bir iki dakika sabredemediniz mi? Bu evde kadın ve çocuklar var! Sizde insanlıktan zerre yok mu? Dedi.

İbrahim’e yönelen birkaç kişi üzerine çullandılar. Aralarından büyük bir kahraman gibi sıyrılan İbrahim polislerden ikisini yere serdi. Yerdekilerden biri silahını doğrultup İbrahim’i kurşun yağmuruna tuttu. “Allahuekber!” deyip yere yuvarlandı.

Ellerimi sıkıca tutmuş kelepçelemeye çalışıyorlardı. “Korkaklar! Neden silahsız insanlara ateş ediyorsunuz?” dediğimde ellerim kelepçelenmişti. Yere yuvarlandı İbrahim! Yakınlarıma düşmüştü. Polislerden biri sırtıma bastığı halde hafifçe sürünüp İbrahim’e yaklaştım;

–İbrahim! Durumun nasıl? Diye sordum!

–Hakkını helal et Abdullah kardeş! Bu zalimlerin eline canlı düşmemek için dua etmiştim. Allah duamı kabul etti. Ancak, çok arzuladığım halde başka bir isteğime kavuşamadan gidiyorum. Onu benim için yerine getirir misin? dedi.

–Elimden geleni yapacağım! Dedim. Sırtıma basan polis;

–Konuşmayı kesin lan! dedi. Bu arada İbrahim:

–Rehberimizin şehadetinden sonra, yeni rehberimize biat etmek için can atıyordum. Bir türlü nasip olmadı. Benim yerime biat eder misin?”

–Niye olmasın! Allah ömür verirse bunu yapacağım! Dedim.

Bu arada çocuklarımın ağlayışı binada yankılanıyordu. Silah seslerinden benim vurulduğumu zannetmişlerdi.

–Ağlamayın çocuklar! diye bağırdım. Başımı İbrahim’e yöneltip;

–İbrahim! Sen de benim bir isteğimi yerine getirebilir misin? Dedim.

Cevap vermedi. Çok geç olduğunu anlamıştım. Bir kez daha denedim:

–İbrahim! İbrahim! İbrahim! Beni duyuyor musun?

Ruhunu teslim etmişti İbrahim. Yıllar sonra da olsa İbrahim’e verdiğim sözü tutup isteğini yerine getirdim. Onun adına rehberin elini tutup biat ettiğimde İbrahim’in mazlumca şehadeti bir kez daha gözlerimin önünde canlanıverdi.

Abdullah ŞAFAK

 

Diger Basliklar
   ZİNDANDAKİ ADAM
   AYRILIK!
   HIÇKIRIK!
   ERKEN ÖLÜR ANALAR!
   ZİNDANI SARAN ÖFKE!
   BİAT
   BULUŞMA
   YAŞLI GENERAL
   ARTIK HER ŞEY İÇİN ÇOK GEÇ...
   EY BİRADER
   AĞIR CEZA
   ÇOCUK
   HASRET
   35 CAN
   YENİ BİR GÜN DOĞUYOR
   DEĞİŞİM
   DOĞUM
   BASKIN
   İSYAN ATEŞİ
   BAYRAM SABAHI
İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git