| 
 Ey 
birader! Hangi sarhoş tufanın cezbesine kapıldın?
 Hangi deli rüzgarın gönlüne meftun oldun?
 Hangi meczup mantığın ülkesine sığındın?
 Sana mı düşmeliydi yedi kapılı zindan?
 
 Ey birader!
 “Elestübirrabbiküm” desturunun ardından
 Yürümeye başladık “Bela” doruklarından
 Dava nağmeleriyle olgunlaştı ekinler!
 Hayatın baharında gençliğe veda ettik
 İsyan yamaçlarında sevda yağmuru yedik
 Sana mı düşmeliydi zindanın dört duvarı?
 
 Ey birader!
 Yetmiş suyla yıkansa aynı kumaştı iblis
 Yedi zemzem dökülse ilhad damlar alnından
 Erirdi koynumuzda gecenin ihaneti
 Aznavur hafiyeler tutardı kavşakları
 Musa’nın duasıyla yırtardık meskeneti
 Azmin şafaklarından billur billur akardık
 Sana mı düşmeliydi tutsaklık prangası?
 
 Ey birader!
 Sırtımızda ağır yük, silahımızdı iman
 Sarp geçitleri aştık, acı sulardan içtik!
 Sıradağlardan aktık hayat nehirlerine
 Ölüm fırtınasında ıslandı tenlerimiz
 Zindan duvarlarına çiviledik zamanı
 Yazgı haritasına ağır kayıtlar düştük
 Gaybın avuçlarından beslendik sabahları
 Ömrün şükrünü andık ikindi sularında
 Sana mı düşmeliydi esaret kelepçesi?
 
 Ey birader!
 Nur cünbüşü patladı apansız kış sabahı
 Zor nefesler üstüne dolunay doğuverdi
 Zindan okyanusunun yalpaladı gemisi
 Güneş gibi açıldık mucize iklimine
 Özgür yağmurlar yağdı yedi katlı semadan
 Toz dumana karıştı som demirden duvarlar
 Bahar meltemi deydi çilekeş alınlara
 Sana mı düşmeliydi zindana tutsak hayat?
 
 Ey birader!
 Hangi barudi öfke kapladı gözlerini?
 Sana dokunmaz belki zehirli acı sular
 Merhamet kanadını hak etmez mi analar?
 Çınar gibi bekleyen eşlere acınmaz mı?
 Zindan kapılarında dışlansın mı yavrular?
 Bir hicret ikliminin hiç mi kıymeti yoktu
 Sana mı düşmeliydi esaret saatleri?
 Sana mı düşmeliydi som demirden kapılar?
 
 Abdullah ŞAFAK
 
 |