| 
 Biz 
çocukken kırlar bize aitti. Mevsimlerin içinden sıyrılır, atlarımızın sırtında 
memleket memleket dolaşırdık. Tatlı ve hoş bir pınar gördüğümüzde çadırlarımızı 
kurar, serpilirdik tabiata… Büyüklerimizin ellerinde sazları, her gece bir 
çadırın dibinde tellerine dokundukça aynı zamanda ruhumuza dokunurlardı. En 
güzel sepetleri ören kadınlarımız etraftaki köylere dağılır kısa sürede hepsini 
tüketirlerdi. Cıvıl cıvıl çingene çocuklarıydık. Selamımızı alır, bize saygı 
gösterirlerdi. 
 Babalarımızın çaldığı sazlara bir türkü tutturduk mu, coştururduk insanları. 
Düğünlerde meydanlara iner, en güzel oyunlarımızı oynar herkesi eğlendirirdik. 
Cömertçe davranır, bize bolca para verirlerdi.
 
 Kırları yasakladılar bize. Ellerimizden aldılar özgürlüğümüzü. Şehirlere indik. 
Yeni yuvalar kurduk. Kişneyen vefakâr atlarımızın yerine demirden arabalar 
edindik. Epeyce uğraştığımız halde şehirleşemedik. Ruhumuza uymuyordu şehir. 
Kırlardaki özgürlüğümüzü yitirince saygınlığımızı da yitirdik. Sepet örmez oldu 
kadınlarımız. Sazlar sadece para için çalındı. Kumar girdi ocaklarımıza. Şehrin 
kâbus gibi çöktüğü çingene evlerinin ışıkları içki sofraları için yakıldı. Bizim 
payımıza şehrin öfke ve kin duyguları düştü. Eğitim ve sağlıktan mahrum kaldık. 
Özgür ruhlarımız şehrin tutsaklaştıran dayatmasıyla karşısında esir alınmıştı. 
Çocuk ve kadınlarımız hırçınlaşmıştı. Hakaret işittikleri insanlardan intikam 
almak için savaş meydanlarında kılıç sallayan kahramanlar gibi kavga 
veriyorlardı. Erkekler ise özgürlüklerini yitirip kafese kurban edilen keklikler 
gibi hayata kırgın yaşıyorlardı.
 
 Çaresizdik. Eskiden saygı ve hürmet gördüğümüz insanların öfke ve nefretli 
bakışları zehirli ok gibi ruhumuza batıyordu. Kaderimize boyun eğip toprağa 
uymaya çalışıyorduk. İçki ve kumarla yoğrulmuş gecelerimizde müzik tek eğlence 
kaynağımızdı.
 
 Son zamanlarda gecelerimize katılmayan kardeşim Murat eşini de göndermiyordu. 
Bizim taifeden birkaç kişiyle sıkı bir arkadaşlığı vardı. Bir şeyler 
çevirdikleri gözlerden kaçmıyordu. Ancak ser verip sır vermiyorlardı.
 
 Düğünlerde saz çalarak geçiniyorduk. Pahalı arabalara biniyorduk. Ancak 
kendimizi kuşatılmış hissediyorduk. Bizden olmayanların etrafımızda oluşturduğu 
kalın duvarlar arasında çocuklarımız hırçın ve huysuz büyüyordu. Okul yüzü 
görmemişlerdi. Zaten okullar bizim için değildi. Aklımıza takıldığı halde 
çocuklarımızı kabul etmeyeceklerinden korkuyorduk.
 
 Karşımızda her zaman polisi ve copunu gördük. Devletin bize dönük yüzü her zaman 
tehdit ve şiddet doluydu. Bu soğukluk ve katılık bizi ürkütüyordu.
 
 Bir müddet uzak duran Murat son günlerde sıkça uğramaya başlamıştı. İlişkileri 
her zamandan daha sıcaktı. Çocuklarla candan arkadaşlık kuruyordu. Hareketleri 
biraz kuşkuluydu. Ancak ne yapmaya çalıştığını bilmiyordum.
 
 Oturup samimice konuştuk. Kadınların içki alemine katılmaları ve oynamalarının 
kötü bir şey olduğunu söyledi. Kimseye karışmamasını, herkesin keyfince 
eğlenmesinin hakkı olduğunu söyledim. Görüşümde ısrarcılığımı görünce kalkıp 
evine gitti. Aynı teklifi babama da yapmış, ondan da karşılık bulamamıştı.
 
 Birkaç gün sonra bir akşamüstü evime geldi. Neşeli, bir o kadar da heyecanlıydı. 
“Abi!” dedi. “Bu Pazar mahallemizde Peygamberimizin kutlu doğumunu kutlayacağız. 
Hepiniz davetlisiniz”
 
 Şaşırmıştım!
 
 –Ne peygamberi, ne kutlu doğumu? dedim. Bunun üzerine:
 
 –Bizim bir peygamberimiz yok mu? dedi.
 
 –Bilmem! Hiç düşünmedim…
 
 –Bu hafta Peygamberimizin doğumunun yıldönümü! Sadece bizim taifeye has bir 
kutlama yapacağız.
 
 –Bu şeylerden vazgeç Murat! Bize ne bu şeylerden?
 
 –Abi! Pazar günü çocuklarınla birlikte gel. Benim için gel. Bir kereliğine 
gelirsin, hoşuna gitmezse bir daha gelmezsin, deyip çıktı.
 
 Bütün akrabalar, hatta bütün taife davet edilmişti. Herkes neler olacağını merak 
ediyordu. Ne Peygamberin kim olduğu biliyor ne de kutlu doğumdan haberleri 
vardı…
 
 Beklenen zaman gelip çatmıştı. Murat’ın isteği üzerine kadın ve kızlar Peygamber 
(sav)’in hatırına ilk defa başlarını düzgünce örttüler. Babamla birlikte 
Murat’ın davet ettiği meydana gidip ayrılan sandalyelere oturduk. Davetliler 
bizim taifeden olduğundan hepsini tanıyorduk. Kadınların erkeklerden ayrı 
oturması ilginç gelmişti. Karşıda ise programın icra edileceği büyükçe bir 
platform göze çarpıyordu.
 
 Bütün Çingene milleti meydandaydı. Gürültü patırtıdan kimse kimseyi duymuyordu. 
Birkaç dakika sonra üzerinde beyaz gömlek 18 yaşlarındaki bir genç mikrofonu 
eline alıp Kur’an okumaya başladı. Bütün nefesler tutulmuştu. Kimseden çıt 
çıkmıyordu. İlk defa doğrudan Kur’an dinliyordum. Herkes benim gibiydi. 
Okundukça ruhumu harekete geçirip beni kanatlandıran bu muhteşem şey bedenimde 
titremelere yol açıyordu. Hiçbir şey anlamadığım halde o ağırlık ve derinlik 
bütün vücudumu sarsıyordu. Kafamı kaldırıp etrafıma baktım. Saç ve sakalları 
karışmış babamın gözlerinden yaşların boşaldığını fark ettim. Bu görkemli şey ne 
müziğe benziyordu, ne saza! Dalgalandırdığı ruhumu kanatlandırıp göklere 
çıkarıyordu. Bu atmosfere kilitlenirken orta yaşlı biri mikrofonu eline alıp Hz. 
Peygamber (sav)’in hayatını anlatmaya başladı. Kırkın üzerinde olduğum halde 
bunları daha önce duymamıştım. İlk defa benim de bir peygamberimin olduğunu 
hissediyordum. Ardından sırtlarında beyaz gömlekleri başlarında Arapça yazılı 
yeşil bandajlarıyla sokaklarda akşamlayan mahalle çocuklarının platforma 
çıkmalarıyla bütün dikkatler oraya yöneltmişti. Peygamber (sav)’le ilgili 
söyledikleri güzel marşlarla şaşkınlıkları arttırmış, heyecanları zirveye 
çıkartmışlardı. Marşlar okundukça meydandaki herkes coşuyordu. Kadınlar 
bölümünde daha büyük bir coşku vardı. Platformdaki görevlinin teşvikiyle 
hayatımda ilk defa tekbir getirmek için çabalarken babamın ağlama seslerinin 
tekbirlere karışıp göğe doğru halkalandığını fark ettim. Ara sıra platformda 
görünen Murat marş söyleyen çocuklarla ilgileniyordu. Arka tarafta ise 17–18 
yaşlarındaki birkaç genç def çalıyordu.
 
 Çocuklardan sonra sahneye çıkan bir gencin Peygamber (sav)’le ilgili hareketli 
parçalar söylemesi coşkuyu zirveye çıkarmıştı. Kimse yerinde duramıyordu. 
Murat’ın teşvik etmesi üzerine herkes bir ağızdan tekbir getiriyordu.
 
 Marşların tamamlaması üzerine müzik sustu! Def çalanlar sanatçıyla birlikte 
platformdan ayrıldılar. Sadece Murat kalmıştı. Bütün gözler ona yönelmişti. 
Cebinden büyükçe bir kâğıt çıkardı. Okul yüzü görmediği halde takılmadan okumaya 
başladı. Çingeneler adına Hz. Peygamber (sav)e yazdığı mektubu okuyordu. 
İçimizden geçenleri ve duygularımızı nefesinde toplayıp harf ve kelimelere 
dökerek Peygamberimize hitap ediyordu. Muhteşem bir sahneydi. Sanki karşımızda 
Peygamberimiz duruyor, sevgi ve muhabbetimizi doğrudan kendisine iletiyorduk. 
O’na seslendikçe duygularımız biraz daha inceliyor gözlerimizden yaşlar 
boşalıyordu. Peygamberimizin yumuşacık elleriyle gönüllerimize dokunduğunu ve 
ruhumuzu okşadığını hissediyorduk.
 
 Hayatımızda ilk defa bizi kuşatıp derinden sarsan bir atmosfer yaşıyorduk. 
Müslüman olarak kimliğimizi keşfediyorduk. Bize yol gösteren Peygamberimizden 
haberdar oluyorduk.
 
 Dualar okunup program sona erdiği halde hiçbirimiz yerlerimizden kalkmadık. 
Ruhlarımızı göğe yükselten duygularımız bizi sandalyelere kilitlemişti.
 
 Bir müddet sonra etraftakiler ağır adımlarla alanı terk etmeye başladılar. Teker 
teker misafirlerin elini tutan Murat, babama yaklaştı. Yaşlı ve zayıflaşmış 
gözlerinden boşalan yaşların bıyık ve sakalını ıslattığını fark etti. Yerinden 
doğrulup hayatında ilk defa büyük bir hasret ve muhabbetle Murat’ın boynuna 
sarıldı. Büyük bir samimiyetle bağrına bastı. Birkaç saniye kalakaldı. Elektrik 
çarpmış canlıların şok halini yaşaması gibi babam tek kelime söylemedi. Benim de 
dilim kilitlenmişti. Derinliklerime yönelmeyi, kimseyle tek bir kelime konuşmayı 
istemiyordum. Sıra bana gelmişti. Murat’ın bana elini uzatması üzerine boynuna 
sıkıca sarıldım. Gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Murat’ta hüngür hüngür 
ağlıyordu.
 
 Bir ömür yitirdiğimiz sevdamızla buluşmanın verdiği sevincin çırpınan 
kanatlarından dökülen heyecan dalgaları arasında, ıslak gözelerimizle ağzımızdan 
çıt çıkmadan eve doğru yola koyulduk.
 
 Abdullah ŞAFAK
 
 |