Ana Menü
   ANA SAYFA

   İLETİŞİM

   SİTEDE ARA

   SİTEYİ ÖNER

   BASIN BÜROSU

   ŞEHİTLER ALBUMÜ
Bir Ayet - Bir Hadis
Bir Ayet:
Allah erkek münafiklara da kadin münafiklara da kâfirlere de içinde ebedî kalacaklari cehennem atesini vâdetti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmistir! Onlar için devamli bir azap vardir. Tevbe/68

Bir Hadis:
İman bakımından mü'minlerin en mükemmeli ahlakça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır. (Tirmizi)
En Son Eklenenler
Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

Cemaati Rehberi M...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

HİZBULLAH REHBERİ...

Hizbullah Rehberi...

Hizbullah Cemaati...

Hizbullah Cemaati...

ŞEHADETİNİN 23. Y...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

HİZBULLAH CEMAATİ...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 22. Y...

Hizbullah Cemaati...

MUHTEREM EDİP GÜM...

MUHTEREM EDİP GÜM...

ŞEHADETİNİN 21. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

YENİ ZELANDA’DAKİ...

ŞEHADETİNİN 19. Y...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH REHBERİ...

HİZBULLAH BASIN B...

SOLGUN HAYAT / ABDULLAH ŞAFAK

Kıtaları aşarak, okyanus dalgaları arasında aylarca yol alıp koca Amerika kıtasını keşfeden Colombus’tan daha büyük iş becerdiğine ciddi ciddi inanıyordu. Amerika gibi bir kıtayı keşfettiğine dair iddiası yoktu. Ancak yanı başındaki pek çok insanın keşfetmediği, keşfedemediği Amerika kıtası kadar önemli modern hayatın ruhuna ermişti. Bu büyük başarısından dolayı kibir dalgalarının damarlarını kuşatarak çehresinde billurlaşmasını en tabii haklarından biri görüyordu.

Modern hayatın keşfi dünyasını büyük bir değişime uğratmıştı. Yeni hayatın içindeki her şey renkli ve güzeldi. Etrafında dolaşan gencecik kızlar, Avrupa ve Amerika’da imal edilen rengârenk şaraplar ve bulutların üzerinde dolaşarak gün geçirme yaşamına ayrı bir lezzet katıyordu. Modern hayatı keşfettiğinde ve Paris caddelerinde bu esrarengiz hayatın cilalı kelimelerini Fransızlardan daha iyi çıkardığından emin olduğunda yaşamın ruhunun sırrına erdiğine dair inancı kalbinin en derin limanında hissediyordu.

Yapması gereken en önemli şey, hayatını ilgilendiren bütün olguları modernizmin süzgecinden geçirerek yeniden düzenlemekti. Evi, ailesi ve çevresini yeniden yapılandırmak zorundaydı. İnandığını sonuna kadar yaşamak için köklü değişime ihtiyaç duyuyordu.

Paris’ten döndükten sonra uzunca bir mücadele süreci başlatmış, etrafını modernleştirmeyi başarmıştı. Bu olağanüstü hayata ayak uyduramayan yakınlarıyla ilişkilerini kesmiş, baskı atmosferi oluşturarak anne babasını evlerini terk edip kiralık bir eve oradan da bakımevine yerleşmelerini sağlamıştı. Henüz cennetinin doruklarında yaşarken önce babası ardından da annesi üzüntü ve keder dalgaları arasında geçirdikleri çileli hayata veda etmişlerdi. Birkaç ücretli tutup yaşlıların cesetlerini toprağa gömdürdüğünde, onlardan kurtuluş mutluluğunun kazandırdığı rahat nefese binaen evinde bir de parti vermişti.

Sosyetenin tepelerinden hayatını birleştirdiği bir hanımla seçkinlerin bulutlar üzerinde dalgalanan hayatlarını yaşamanın en koyu zevkiyle Hasan Sabbah cennetindeki gibi çılgınca bir atmosferde yol alırken, dostlardan tümü bilaistisna bu yaşamın birer tutkunuydu.

Ekonomik bunalımın ülkeyi bir o yana bir bu yana dalgalandırmasıyla, sarsıcı dalgaların uzantıları Bülent’i de vurmaya başlamıştı. İsraf ve savurganlığın en alasına tutunurken, iflas dalgasının keskin okları modern cennetin şahdamarına yönelmişti. Gün batımıyla başlayan pembe gecelerdeki solmalar modern cennetin meyvelerini her gün biraz daha acılaştırıyordu. Pembe hayatın kalbinde yaşayan eşi, ilk isyan bayrağını çekerek doruklarda yürüyen hayat gemisinden hiçbir şekilde inemeyeceğini bildirdi. Aynı duygular Bülent’in yüreğinin en derin yerinde de yuvalanmıştı. Ancak işlerin bozulması hayatın akışında ciddi tökezlenmelere yol açıyordu. Eşinin isteğine karşı kendisini biraz daha zorlayıp, sağdan soldan kredilerle pembe gecelerin gemisindeki yolculuğu biraz daha uzatmaya çalışıyordu.

Bu arada vücudunda görülen aşırı yorgunluk ve güçsüzlük üzerine dostlarının tavsiyesiyle doktora görünmek zorunda kalmıştı. Bir dizi tahlilden sonra tehlikeli müzmin bir hastalığa yakalandığını anlayınca ilk defa ciddi bir sarsıntı geçirmişti.

Dökme suyla değirmenin dönmeyeceğini tarih sayfalarına kayıt düşün büyüklerin söylediği üzere kredilerin de sonu geliyordu. Eşinin, bulutların üzerindeki hayat gemisinden aşağı inmeye niyeti yoktu. Bunu kesin ve net ifadelerle dile getirmişti. Çevreye oldukça fazla borçlanan Bülent’in şaşaalı hayatı sürdürmeye gücü kalmamıştı. Üstüne üstlük yakalandığı hastalık üzerine eşinin bakışlarından yükselen nefret oklarını yüreğinin en derin yerinde hissediyordu. Parası tükenmiş ve ölümcül hastalığa yakalanan biriyle hayatı paylaşmaya yanaşmayan eşi, mahkemeye başvurup boşanma talebinde bulundu. Bütün uğraşılarına rağmen eşini ikna edemeyen Bülent, bu garip yolculuğuna son verecek imzayı atmak zorunda kaldı.

Bülent’in cennet hayatı yerini koca bir cehenneme terk ediyordu. Yıllardır cömertçe yedirdiği zengin dostlarının varlığıyla kendisini toparlayacağı umuduna asılı kalmıştı. Güvendiği kapıların ardı ardına yüzüne kapandığını, köprülerin bütünüyle yıkıldığını nihayet fark edebilmişti. Dostların tavrını önce şakaya yorumladı. Uğruna milyarları harcadığı insanların kapıları yüzüne kapatmasının mantıki hiçbir izahatını bulamıyordu. Üstelik hastalık oklarının bedenini her geçen gün biraz daha zorladığı bir zamanda böyle davranmaları daha fazla ağırına gitmişti. Elini attığı kapıların hiçbirinde ümit kalmamıştı. Dostları beş yıldızlı otellerin kumar salonlarında kâğıt kırıştırırken, formundan düşen Bülent buraların önünden bile geçemez olmuştu. Modernizmin en sükseli yüzü Fransızca da hiçbir şeye yaramıyordu.

Evine kapanan Bülent, kendisini yalnızlığa terk eden modern cennetten küsmüştü. Bir zamanlar modern hayatın yüzlerce üyesinin katıldığı renkli gecelerin yaşandığı evde yalnız başınaydı. Koca ev, Osmanlının son zamanlarında şehrin dindar tüccarlarından biri olan dedesi tarafından inşa edilmişti. Oysa Bülent, modern hayatın ruhunu kavramak için eskiyle ilgili bütün izleri sildiğinden, tarihi bir abide gibi duran muhteşem ev tamamıyla öksüzleşmişti. Evin en son sakinleri anne ve babayı da kapı dışarı ederek geçmişle bütün bağlarını koparmış, şevketli binayı kimsesizliğe terk etmişti.

Hastalığın avuçlarında acı çekerken kapısı günlerdir münzeviliği yaşıyordu. En son kapı çaldığında büyük bir ümitle açmış, karşısında ödeyemediği kredilere karşı evi haczetmeye gelen görevlileri görmüştü. Hacizli evde suyun üzerinde dolaşan sabun köpüğü gibi hissediyordu kendisini. Bu evin kısa zamanda elinden çıkacağından da adı kadar emindi. Artık dünyada kimsesi kalmamıştı. Eskiyle ilişkilerini sürdüren ve modern hayatın kıyılarına uğramamak için direnen akrabalarıyla yıllarca önce ilişkilerini kestiğinden, modern hayatın aforozuyla karşılaşan sadece kendisiydi.

Yatakta saatlerce tavanı izlerken kafasında onlarca düşünce tur atıyordu. Buluşuyla kendisini dünyanın en büyük kâşifleri arasında saydığı modern hayat cennetinin cehennemden başka bir şey olmadığını tecrübeleriyle anlamıştı. Renkli hayatın nasıl da kısa sürede cehennemleşebildiğinin şifrelerini çözmeye çalışıyordu. Düşündükçe ömründe hiç olmadığı kadar zihni açılıyor, yerlere basarak ve hatta sürünerek de olsa insanın yaşayabileceğini idrak ediyordu.

Bu arada içinde büyük bir acı dalgası yükselmeye başlamıştı. Anne baba sevgisini yeni yeni kavrıyordu. Sorumsuzluğu ve modern hayatın katmanları arasında canavara dönüşen kalbiyle acı ve sıkıntı içinde ölüme terk ettiklerinin acısını anlamaya başlamıştı. Kendisini bildi bileli ilk defa acılı bir sesle hüngür hüngür ağladı. Yıllarca önce koca evin bodrumuna taşıttığı eskiyle ilgili kalıntılara göz atmak için uzun süredir kapalı olan bodrumun kapısını açarak içeri daldı. Kalın toz tabakasının altına gizlenmiş geçmişlerinden kalma eşyaları teker teker elden geçirdi. Anne ve babanın gençlik yıllarına ait fotoğrafları, dede ve nenenin çocuklarıyla kâğıdın üzerinde heykelleştirdikleri görüntüleri ilk günkü gibi duruyordu. Gözü, dedesinin dizinin üzerinde oturan küçük kıza takılınca, yıllarca önce kapı dışarı ettiği halası Semiha hanım gözlerinin önünde canlandı. Onun hayatta olabileceğini düşündü.

Dedesinden ve babasından kalan onlarca kitabı teker teker karıştırdı. Yaldızlı gümüş kutunun içerisine yerleştirilmiş Kur’an-ı Kerim’i eline alınca yüreğinde ciddi bir burkulma hissetti. Kur’an’ın sayfalarına anlamsızca göz attı. Okumayı bilmediğinden ilk defa derin bir utanma duygusuna kapıldı.

 Ne edip edip hayatta kaldığıyla ilgili ümit taşıdığı halasını bulması gerekiyordu. Onu bulabileceği bir adresi yoktu. Zihnini iyiden iyiye yoklayarak bir çıkış arıyordu. Yıllarca önce anne babasından kalan son hizmetçiyi kafasında canlandırdı. Daha önce evini bildiği hizmetçiye ulaşabileceğini düşündü. Sabahın ilk saatlerinde atladığı bir arabayla şehrin kenar mahallelerinin birinde oturan hizmetçinin evine yöneldi. Yaşlı hizmetçinin hasta yatağında olduğunu kapıyı açan genç kızdan öğrendi. İçeri girdiğinde yıllardır görmediği yaşlı adamı zayıflamış ve çökmüş halde yatakta uzanmış gördü. Yaşlı adam Bülent’i tanımamıştı. Kendisini tanıtınca yaşlı adam hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bülent’in ailesinin başına gelenlere ağlıyordu. Uzunca sayılmayacak sohbetten sonra yaşlı adamdan halasının adresini öğrenebilmişti. Kalktığı gibi halasının evine yöneldi. Kapıyı uzun süre çaldığı halde cevap veren olmamıştı. Bitişikteki evin kapısını çaldı. Kapıya yaşlı bir kadın çıkmıştı. Semiha hanımı sorduğunda yaşlı kadın derin bir iç çekerek; “Zavallı Semiha hanım! Gavuristan’da okuyan oğlu oradan bir avrat alıp geri dönmüştü. Annesinin evini satıp parasını yedi. Zavallı kadını ortalıkta yalnız bıraktı. Bakımevinde kalan yaşlı kadın yıllarca sıkıntı çektikten sonra kederinden öldü. Oğlu cenazesine bile katılmadı” dedi.

Bülent’in son ümidi de suya düşmüştü. Yalancı bir hayatın ruhlarında yer edinerek nasıl da zorba bir çehreye dönüştürdüğünü, merhamet ve sevgi kaynağı annelerin zulmün en alasına uğrayarak çileli bir hayata mecbur bırakıldıklarını düşünüp yenik savaşçılar gibi çökmüş halde evine dönmek zorunda kaldı. Kendisinden nefret ediyordu. Şehrin en yüksek tepesine çıkıp en gür sedayla bağıra bağıra pişmanlığını, aptallığını ve modern hayatın ölümcül zehirden öte bir şey olmadığını bütün insanlığa haykırmak istiyordu.

Eve dönüp henüz yüzüne kapıyı kapatmayan yatağının koynuna atladı. Diğer taraftan bedenini teslim almış devasız hastalığın baskılarına rağmen anne ve babasına çektirdiklerinin acısını ruhunun en derin kıyılarında hissediyordu. Öldüklerinden beri bir kez olsun mezarlıklarına uğramamıştı. Ayağa kalkıp kendisini toparlayarak mezarlığı gitti. Görevlilerin yardımıyla diz boyu otun altında kaybolan sahipsiz mezarlara nihayet ulaşabilmişti. Anne ve babasının mezarlarına kapanıp saatlerce ağladı. Af diliyordu. Cansız mezarlardan başka hiç kimsesi kalmamıştı. Onlara sığınmak, onlarla teselli bulmak ve kalan ömrünü onların cansız mezarlarıyla sıkı bir ilişki kurarak geçirmek istiyordu. Ölümcül hastalığın avuçlarında hayatı her gün biraz daha solarken, son günlerini anne babasının kabirleriyle geliştirdiği sevgi ve muhabbet dakikalarıyla geçirerek anlamlandırmaya çalışıyordu.

 

Abdullah Şafak

Diger Basliklar
   ZİNDANDAKİ ADAM
   AYRILIK!
   HIÇKIRIK!
   ERKEN ÖLÜR ANALAR!
   ZİNDANI SARAN ÖFKE!
   BİAT
   BULUŞMA
   YAŞLI GENERAL
   ARTIK HER ŞEY İÇİN ÇOK GEÇ...
   EY BİRADER
   AĞIR CEZA
   ÇOCUK
   HASRET
   35 CAN
   YENİ BİR GÜN DOĞUYOR
   DEĞİŞİM
   DOĞUM
   BASKIN
   İSYAN ATEŞİ
   BAYRAM SABAHI
İlan ve Mesajlar
 
 
 
Şehid Rehber
Şehidlerin Hayatı
Savunmalar
Manifesto


K. Dilinden Hizbullah


Anasayfa | Videolar | Arama | Siteyi Öner | Mobil | İletişim | Yukarı Git