Katliam, Soykırım, Yıkım, Talan, Tehcir….Kürdlerin Kaderi midir?      Yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasında var olan ulusların çoğu (Filistinliler  dışında) şöyle veya böyle bir devlet sahibi olmuş, her yıl kutladıkları, milli  günleri, milli bayramları ve önemli günleri vardır. Bu gün ve bayramlarda ulusça  devlet imkanlarından da istifade edilerek büyük masraflarla kutlamalar yapılır,  şölenler düzenlenir, keyif içerisinde kabaran milli duygular tatmin edilir. Çoğu  zaman bunlar, başka mazlum ve mustazaf halkların ezilmesine, haklarının  ellerinden alınmasına, hak ve hukuklarının çiğnenmesine sebep olduğu halde  yapılır.    Bölge halkları; Araplar, Türkler ve Farslar böylesi gün ve bayramları kutlayıp  sevinirken, her yönüyle bu halkların seviyesinde olan Müslüman Kürdler ise  katliam, soykırım, yıkım, talan, tehcir… gün ve olayların yıldönümleriyle acı,  gözyaşı, hüzün… yaşamaktadırlar. Bir de Filistinliler!    Niye komşuları, yanıbaşlarındaki veya kendilerine tahakküm eden halklar  sevinirken, bayram yaparken Kürdler, karalar bağlayıp hüzün çekerler? Demografik  yapıları mı zayıf! vatan olabilecek toprakları mı yok! Kültür ve medeniyetten mi  yoksunlar! Yoksa kendilerini idare edebilecek siyasi irade gücünden mi  mahrumlar!    Bunu belki de en iyi şekilde şu iki özellikle ifade etmek mümkündür:    Birincisi; Millet olarak özünde var olan sadakat ve emniyet karakterinin İslam  ile bütünleşmesi ve kökleşmesi neticesinde emperyalist sömürgecilerle  işbirliğine girmemesi, komşu Müslüman halkları bu güçlere karşı arkadan  hançerlememesi ve onları sömürgeci-işgalcilere tercih etmeleridir.    İkincisi; Faşist, egoist(bencil) ve nasyonalist bir anlayışa sahip  olmamalarıdır.    Evet Müslüman Kürdler, birinci dünyayı paylaşım savaşında sömürgeci emperyalist  güçlerle işbirliği yapmadıkları gerekçesiyle vatanları dört ayrı parçaya  bölünerek cezalandırıldılar. Ve bu güne kadar süregelen makûs talihleriyle karşı  karşıya bırakıldılar. Bundan sonra sömürgeci emperyalist güçlerin yerli  işbirlikçi ve kukla yönetimleri tarafından kendilerine; özlerini inkar ve  asimilasyona razı olma politikaları dayatıldı. Yok saydılar ve yeni  inkarcı-gayri İslami rejimleri kabul etmelerini istediler. İnkar ve asimilasyona  karşı çıkan ve en tabii insani ve İslami haklarını isteyen Kürdler her  defasında; tehcir, tenkil, katliam, soykırım ve yıkıma uğratıldılar. Şeyx Said  Kıyamı ile başlayan, Dersim ve Ağrı isyanlarıyla devam eden süreçte yüz binlerce  Müslüman Kürd katledildi, on binlerce ev, hane harap edildi, binlerce köy  yakılarak viraneye çevrildi ve yüz binlerce insan tehcir edildi.    Kuzey Kürdistan’da bunlar yaşanırken Güney Kürdistan’da da durum bundan pek  farklı değildi. Orada da aynı politikalar uygulanıyordu. Ancak konunun fazla  uzamaması için ayrıntılara girmekten sarf-ı nazar ediyoruz.    Halepçe Katliamı:    Faşist bir Arab milliyetçisi olan Saddam’ın iktidara darbe ile gelmesinden sonra  Müslüman Kürd Halkına yönelik tutum daha da sertleştirildi. Keyfi tutuklamalar,  süresiz gözaltılar, zalimane işkenceler, yargısız infazlar ve Kürd bölgelerini  Araplaştırma çalışmalarıyla Kürdleri yerlerinden yurtlarından etmeye hız  verildi. Bu arada İran’da İmam Xumeyni öncülüğünde gerçekleşen İslam İnkılâbı  bütün zalim sömürgeci emperyalist güçleri korkuttu. Bu nedenle bu güçler  Saddam’ı silahlandırarak ve her türlü desteği sağlayarak İran’a saldırttılar.  Savaş boyunca ellerindeki nükleer ve kimyasal silahlar da dahil her türlü modern  silahları Saddam’a verdiler. Bu arada Kürdler hiçbir zaman teslim olmadıkları  Saddam rejimine karşı meşru hakları için mücadele etmeye devam ediyorlardı.  Saddam’ın bütün müstekbir güçler ve Arap aleminden destek almasına rağmen İslami  İran karşısında varlık gösterememesi ve gün geçtikçe zayıflaması aynı zamanda  Mücadele veren Kürd hareketleri için de yeni avantajlar sağlıyordu. Saddam  rejimi Kürdistan üzerindeki kontrolünü yitiriyordu.    İran’ın Halepçe ve Süleymaniye bölgelerinde ilerleyip Saddam Güçlerini  geriletmesi bölgedeki İslami hareketlerin kontrolü sağlamasına vesile oldu. Kürd  hareketler güçlerini birleştirerek ilerlemeye, Halepçe ve çevresinde kontrolü  ele almaya başlamışlardı.    İran İslam Cumhuriyeti karşısında mağlup olan ve gerileyen gözü dönmüş Saddam,  hıncını kimyasal silahlara başvurarak çıkarmaya çalışıyordu. Savaş esnasında her  köşeye sıkıştığında kimyasal silahlara başvurmaktan çekinmeyen Saddam, yine bu  silahlara yönelmişti. Ancak bu sefer sadece İran İslam Cumhuriyetinin güçlerine  karşı değil, bölgede kontrolü ele geçiren Müslüman Kürd halkına karşı da  kullanacaktı. Önce bölgeyi “yasak bölge” ilan ederek bütün giriş-çıkışları  kapattı ve “Enfal” diye isimlendirdiği operasyonlarla bölgeyi havadan  bombalamaya başladı. Şehirler, kasabalar, köyler, dağlar kısacası her taraf  bombalanıyor, yakıp yıkılıyordu. En acımasızı ise 16 Mart 1988’de Halepçe’ye  karşı yapıldı. Halepçe’ye öldürücü gücü çok yüksek Hardal ve Sârin gazı  atılmıştı. Sessizce gelen bir koku ile Halepçe insanının solunum sistemleri ve  ciğerleri iflas ediyor ve derileri eriyordu. Buna toplu katliam mı, soykırım mı  denilir bilmem ama bu gazlar insan, hayvan demeden bütün canlıları yok ediyordu.  Hem de hayvan haklarını dahi savunmakla ünlenen medeni(!) ülkelerin sağladığı  gazlarla…     Halepçe Katliamı ön palana çıktığından, dikkatler hep bu olaya endekslenir.  Halepçe’de beş bin insan bir anda öldürüldü ve on binden fazlası da yaralandı.  Ancak bu, Enfal operasyonları kapsamında yapılan katliamlardan sadece küçük bir  parçaydı. Gerçekte ise, Enfal operasyonlarında Kürd kaynakların verdiği rakama  göre 180.000, Kimyasal Ali lakaplı Saddam’ın kuzey orduları komutanı ise 100.000  kişinin öldüğünü belirtiyorlar.    Yine Kürdler, yine katliam, soykırım, tehcir, talan yıkım… Bu zalimlerin  taktiğidir. Gerek tarihe ve gerekse çağımızda yaşanılanlara baktığımızda,  zalimler her zaman mazlum ve mustazaflara karşı bu taktiklere başvurmaktadırlar.  Korkak oldukları için akıl yolunu izlemek yerine barbarlığa yönelirler.    Halepçe katliamından sonra İran İslam Cumhuriyeti güçleri bölgeye ulaşıp yardıma  koştu. Ancak ondan sonra bu barbarlık belgelenip tarihe not edildi. Medeni(!)  ülkelerden ise çıt çıkmadı. Aslında bunu yadırgamamak da gerekir çünkü bu  silahları Saddam’a onlar vermişti ve her türlü desteği onlar sağlamışlardı.  Kendi elleriyle ve imkanlarıyla besledikleri zalimlerine niye tepki göstersinler  ki!? Mağdur Kürdler ise; vakti zamanında onlarla işbirliği yapmadıkları için o  zaman cezalandırıldıkları gibi şimdi de cezaya müstahaktılar(!)    Zalim Saddam ise; kendisini iktidara getirenlere ve her türlü desteği  sağlayanlara karşı görevini gereği gibi yerine getirememişti. İran İslam  Cumhuriyetine karşı başarısız olmuş ve emperyalist müstekbirlerin menfaatlerini  Ortadoğu’da garanti altına alamamıştı. ABD ve Batılı güçler kendileri bizzat  gelip Ortadoğu’ya yerleşmek istiyorlardı. Bunun için de bir bahaneye ihtiyaçları  vardı. “Minareyi çalan, kılıfını da bulur” misali Saddam’ı Kuveyt’e saldırttılar  ve bahanelerini hazırladılar. Tam da bu esnada Halepçe Katliamını hatırladılar  ve gündeme getirdiler. Ardından devasa askeri güçlerini Ortadoğu’ya yığdılar ve  savaşa başladılar. Saddam herhangi bir varlık gösteremediği gibi anında geri  çekildi. Savaşacak gücü yoktu. ABD ve batılı güç koalisyonu Saddam’ın savaşacak  gücünün kalmadığını ve istedikleri takdirde Bağdat’ı düşürebileceklerini çok iyi  biliyorlardı. Ama bunu yapmadılar! Çünkü henüz Saddam’a ihtiyaçları vardı. Bu  durumda hem bölgede kalacaklar hem de Saddam sonrası bir Irak için Irak içindeki  unsurların (Kürdler ve Şiiler) tam olarak kontrol altına alınması sağlanacaktı.  Saddam sayesinde bu unsurlar tam olarak işbirliğine razı edileceklerdi.    Saddam’la işleri bitince, “Saddam nükleer ve kimyasal silah üretiyor, zamanında  komşusu İran’a ve kendi halkına karşı bu silahları kullanmış” bu nedenle  silahsızlandırılması gerekiyor” bahanesini ileri sürdüler. Sanki Nükleer  silahlara sahip kendileri değil ve Japonlara karşı atom bombası kullanarak  yüzbinlerce Japon’u yok eden onlar değildi! Bu bahane ile Irak’ı işgal edip  Saddam’ı çok rezil bir şekilde yakaladılar. O zamanki görüntüler herkesin  hafızasındadır. Saddam çok şeylerini biliyordu. Konuştuğu takdirde ABD ve Batılı  güçlerin çirkin yüzleri bir daha ortaya çıkacaktı. Bu nedenle onu alelacele  göstermelik bir mahkeme ile idam ettiler. Onu ve kendi çirkin yüzlerini gömmeye  çalıştılar, hem de pişkince. Ancak artık her kes medeni(!) devletlerin ve  işbirlikçilerinin gerçek yüzlerini tanıyor.    Biz zalim ve müstekbirler tarafından katledilen tüm mazlumları ve Halepçe  şehidlerini Halepçe katliamının yıldönümü münasebetiyle rahmetle yad eder,  Müslüman Kürd halkımıza taziyet ve tesliyetlerimizi arzediyoruz. Yüce  Rabbimizden bu mazlumları rahmetine gark etmesini ve zalimleri de kahhar ismiyle  kahretmesini temenni ediyoruz. Zalimler için yaşasın cehennem!    Bütün mustazaf halklar için İnkar, asimilasyon, katliam, tenkil, tehcir, yıkım  ve talanın son bulması ümidiyle…    M. Zeki GÜNEY   |