Bınavê Xuda 
Batılı  güçler, Osmanlı ve Ortadoğu topraklarını paylaşmak için çeşitli anlaşmalar  yaptılar. Buna göre Suriye toprakları Fransızlara bırakılmıştı. Fransızlar,  1920’de Suriye’yi işgal ettiler. Alimlerin önderliğinde yapılan direniş büyük  katliamlarla bastırılıyordu. Bu arada Mısır’da Üstad Hasan El Benna önderliğinde  İhvan-ı Müslimin hareketi kurulmuş ve hızla ülke içerisinde yayılıyordu.  Mısır’da okuyan Suriyeli öğrenciler de İhvan hareketinden etkilenip hareketin  faaliyetlerine iştirak ediyorlardı. Bu öğrenciler ülkelerine dönüp İhvan benzeri  örgütlenmeye ve faaliyet göstermeye başladılar. Suriye’deki faaliyetlere öncülük  eden Abdulgani El Hamid bizzat Üstad Hasan El Benna’nın derselerine katılmıştı.  1930’lu yılların sonunda faaliyetlerini yaygınlaştırmaya çalışan el-Hamid,  Hama’da bazı aydın ve tüccarları bir araya getirerek Mısır’daki gibi ders  halkaları oluşturdu. Bu ilk oluşuma Cemiyet-i İhvan-ı Müslimin adı verildi ve  Abdulgani el-Hamid hareketin rehberliğini yürütmeye başladı. Gençlerin yoğun  ilgi gösterdiği İhvan, yavaş yavaş büyümeye başlamış, taraftarlarının sayısı  600’ü bulmuştu. Daha sonra Doktor Nuris Abdurrezak’ın rehberliğinde faaliyet  gösteren Suriye İhvan’ı  1944 yılında ülkedeki tüm cemiyetleri bir çatı altında  toplamayı başardı. Böylece İhvan, ülkenin en büyük İslami cemaati unvanını  kazandı. 
Mustafa  Sıbai, Mısır’da Üstad Hasan el Benna’nın hareketine iştirak ederek önemli  görevler almıştı. 1934 yılında ingiliz sömürgeciliğine karşı mücadele ettiğinden  tutuklanarak cezaevine konulmuştu. 1941 yılında serbest bırakıldığında ülkesi  Suriye’ye dönüp Fransız sömürgeciliği aleyhinde faaliyetlere başladı.  Fransızların ülkeyi terk etmeleri için halkı örgütlemeye çalıştı. Şebab-ı  Muhammed (Muhammed Gençliği) isimli örgütü kurdu. Ardından İhvan’a katılıp aktif  faaliyetlerde bulundu. 1944 yılında ihvan’ın liderliğine seçildi. Ondan sonra  ülke sık sık darbelerle sarsılıyordu. Gelen bütün yönetimler ihvan’a karşı sert  önlemler almasına rağmen önünü alamıyor ve 1951 yılında yapılan seçimlerde33  milletvekili çıkarak gücünü ortaya koyuyordu.  
Bu tarihten  sonra ihvan için kara günler başladı. Mustafa Sıbai’nin felç geçirerek hareketi  idare edemez hale gelmesi ve 1960 yılının ortalarında şiddetli tartışmalar ve  görüş ayrılıkları sonunda üçe bölünmesi sonucu haraket gücünü kaybetti. İktidara  gelen baas rejiminin şiddetli basıkılarına karşı örgütlenmesini  derinleştiremediği için karşı koymada başarılı olamadı. Mervan Hadid grubu baas  rejiminin şiddetli baskısı karşısında şiddet ile karşılık verilmesi gerektiğini  savunuyordu. Bu maksatla silahlı mücadele için hazırlıklara başladı. Kısa sürede  rejimin önemli adamlarını öldürmeye başladı. Mervan Hadid’in şehadetinden sonra  da silahlı mücadele devam etti. 1980 yılında İhvan’ın silahlı güçlerinin  düzenlediği silahlı eyleme hedef olan Hafız Esat son anda canını  kurtarabilmişti. İhvan hareketi karşısında başvurduğu bütün yöntemlere rağmen  rejim aciz kalıyordu. 1980 yılında o meşhur 49 nolu kanun çıkarıldı. Bu kanuna  göre rejime karşı mücadele veren ihvan mensupları idamla yargılanacaktı. İlk  etapta Hafız Esad’ın kardeşi Rıfat Esat komutasındaki birlikler Palmira  zindanındaki 550 ihvan mensubunu şehid ettiler. İhvan üyelerine yönelik  çıkarılan idam kararından sonra yakalanan üyeler göstermelik bir şekilde  yargılanıp idama mahkum ediliyordu.  
HAMA  KATLİAMI 
İmha  hareketine karşı durmaya çalışan İhvan’ın silahlı kanadı,  eylemlerine daha fazla  ağırlık vermeye başladı. Hama kenti, derinişin merkezi durumundaydı. Devlet bu  kentte istediği operasyonları yapacak imkanlara sahip değildi. Direniş oldukça  çetindi. Ordu komutanı olan Hafız Esad’ın kardeşi Rıfat Esad, Şubat 1982 yılında  orduyu harekete geçirerek, Hama kentinin karadan ve havadan vurulmasını emretti.  Gece hava saldırısıyla başlayan kıyım, üç hafta (3-24 Şubat) boyunca aralıksız  devam etti. Bu üç hafta içerisinde çocuk, kadın, yaşlı ve gençlerden 30 bin kişi  öldürüldü. Şehir şiddetli depremler sonucunda yerle bir edilmiş harabeyi  andırıyordu. Şehirde canlı yakalanan 15 bin insandan bir daha haber alınamadı.  Askerler tarafından yağmalanan mağazalar daha sonra ateşe verilmek suretiyle  şehir halkının gelir kaynakları yok edildi. Binlerce ev bombardımanla ve  bolduzerlerle yerle bir edildi. Hama’da üç ay boyunca ezan sesi duyulmadı.  Yapılan tespitlere göre bombardımanlarda 38 cami ve İslami merkez yok edildi, 19  cami hasar gördü ve bir kısmı da hükümet tarafından farklı amaçlarla kullanıldı.  Hama kiliselerindeki tarihi ikonaların bombardımanlarla yok edilmesini kimse  engelleyemedi. Askerler şehirdeki bütün eczaneleri yağmaladılar. 52 eczaneden  sadece bir tanesi yağmalanmamıştı. Katliamın kurbanları arasında 40 günlük  bebekler ve anne karnındaki embriyolar dahi vardı. Bebekler, yalvaran  annelerinin gözleri önünde balkonlardan aşağı atıldılar. Askerler hamile bir  kadının karnını delerek doğmamış çocuğun ölümüne neden oldular. Birçok çocuk  haftalarca süren yiyecek sıkıntısı yüzünden hayatını kaybetti. Askerler,  mücevherlerini vermeyi reddeden kadınların ellerini yaraladılar. Birçok kadın,  askerler tarafından işkence ve tecavüz edilerek öldürüldü. Kadın ve çocuklara  karşı şiddet uygulamayı reddeden askerlerin cezası ölüm oldu. Yaşlılar da ayrım  yapılmaksızın infaz edildiler. Evlatlarını gömmeye çalışan yaşlılar acımasızca  öldürüldüler. Güvenlik kuvvetleri ölenlerin gömülmesine müsaade etmiyor teşebbüs  edenleri bile öldürüyordu. Hama katliamından sonra 800.000 kadar Suriyeli ülkeyi  terk etti.(1) 
Geçen  aralık ve ocak aylarında İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırı 23 gün sürmüş, bu  süre içerisinde 1300’den fazla şehid, 5000’den fazla yaralı, 9000 civarında ev  harabeye dönmüştü. Canlı olarak şahid olduğumuz bu saldırıların vehametini hama  katliamıyla kıyasladığımızda ortaya çıkan farkın boyutu hama katliamının  israil’in Gazze saldırısından onlarca kat daha şiddetli ve yıkıcı olduğunu  göstermektedir. 
Böylesi  katliamlar, müstekbir güçlerin onayı olmadan yapılması zordur. Ayrıca İslam  coğrafyasında Müslümanlara hükmeden yönetimler de ikna edilmeden böylesi  katliamların yapılması gayri kabildir. Nitekim israil, ABD, Batı ve Arap  yönetimler tarafından desteklenmeseydi ve onların onayı olmasaydı Gazze  katliamlarını gerçekleştirebilir miydi? Hama katliamına baktığımızda da durum  aynısıdır. Arap rejimlerinin hepsi de Hafız Esad rejimiyle aynı. Hatta bu  rejimler de aynı şekilde islami hareketlerin varlığından ve yükselmelerinden  rahatsızdırlar. ABD ve Batının islami hareketlere bakışı ve tavırları zaten  malumdur. Durum böyle olunca Hafız Esad hiçbir endişe, sıkıntı ve tepki görmeden  cinayet ve katliamlarını serbestçe yaptı. Nitekim hiçbir tepki ve yaptırımla  karşılaşmadığı gibi sözde insanhakları savunucuları ve kurumları da adeta bu  cinayet ve katliamlara kulak tıkamışlardı.  
Aslında  Hama katliamıyla bölgede yükselişe geçen islami hareketlere bir gözdağı  verililyordu. Baas rejimi böylece hem ülke içerisinde bir türlü baş edemediği  hareketi bastıracak hem de bütün İslami hareketlere ders almaları için bir ihtar  vermiş oluyordu.  
Hama  katliamı, aynı zamanda küfrün ve zulmün tabiatını da ortaya koymaktadır. Çünkü  küfür ve zulüm hakka karşı aciz kalınca hemen şiddete yönelir ve hiçbir ölçüyü  tanımaz. Tarihte ve günümüzde tağut ve zalimlerin pratikleri hep böyle olmamış  mıdır? 
Yine hem  tarihten hem de günümüz pratiğinden alınması gereken önemli bir ders te;  Müslümanların ihtilafa ve tefrikaya düşüp parçalandıkları her dönemde  düşmanlarının hemen cesaretlenerek üzerlerine hamle yapıp öldürücü darbeler  vurmalarıdır. Hatta sabit olmuştur ki, İslam düşmanları öncelikli olarak  Müslümanların birlik ve beraberliklerini ve güçlerini bozmak için vargüçleriyle  çalışırlar.  
Baas  rejimi, Hama katliamıyla İslami hareketi yok etmek istedi. Ancak hiçbir zaman  Allah yolunda akıtılan kanlar boşa gitmemiştir. Belki bir müddet hareketin  sendelenmesi sözkonusu olabilir ama akıtılan Müslüman kanı eninde sonunda  zalimleri kendinde boğar. 
Bu  vesileyle Şehid Molla Ahmed’i de rahmetle anıyoruz. Şehid Molla Ahmed, Suriye  Kürdlerinden olup ihvan hareketi içerisinde yoğun davet ve tebliğ faaliyetleri  gerçekleştirmiş, Hama katliamından sonra ülkeyi terketmek zorunda kalarak  Türkiye Kürdistan’ına yerleşmiş, bölgemizde yine davet ve tebliğ faaliyetlerine  ara vermeden devam etmiştir. Baasçı Esad rejimi, Molla Ahmed’in yaptığı yoğun  davet ve tebliğ faaliyetlerinden endişe ederek onu suriyeye kaçırmak istemiştir.  Bölgede satın aldığı bazı hainler, 1985 yılında Molla Ahmed’i yakalayıp baas  rejimine teslim etmek isterken Molla Ahmed karşılık vererek mukavemet eder.  Kaçırmaya muvaffak olamayacaklarını anlayan hain işbirlikçiler onu şehid  ederler. 
Hama  katliamının yıldönümü münasebetiyle bütün müslümanlara taziye ve  tesliyetlerimizi arzediyoruz. Şehid Molla Ahmed’i de rahmetle anıyor ve  bölgemizde yaptığı davet ve tebliğ hizmetleriyle yad ediyoruz.  
Aşık  karalı mısın, candan yaralı mısın? 
Nedir  sendeki bu hal, yoksa Hama’lı mısın? 
Selam ve  dua ile…  
  
M. Zeki  GÜNEY 
  
 (1)     http://suriye.ihh.org.tr/insanidurum/bagimsizlik/yasama/hama.html istifade edilmiştir.  |