Bınavê Xwedayê Sübhan u Dıluvan 
Sitemizi takip eden değerli okuyucularımızdan bazı konularda  sorular gelmektedir. Bunları dikkate alarak bu yazımda ben de tasavvuf ve  tarikat konusu üzerinde durmaya çalışacağım inşallah.  
Tasavvuf ve tarikat kelimelerinin ıstılahi manalarına kısaca  değinmek gerekirse;  
Tasavvuf: İslam'ın akidevi ve ilmi temellerine dayanarak nefsi;  şehvani ve dünyevi meyillerden arıtarak ahlakı güzelleştirmek, İslami yaşamı  özümsemek ve bu yolla Allaha ulaşma ve kurbiyetine mazhar olma yöntemidir. 
Tarikat ise; Allaha ve onun rızasına ulaşmak için yukarıda izah  ettiğimiz usul ve erkân üzere kurulan tasavvuf yoludur. Elbette tasavvuf ve  tarikat bahsi çok geniş ve kapsamlıdır. Ancak bu özet hali, meramımızı ifade  etmeye kâfidir.  
Tasavvuf ve tarikatlar, İslam'ın geniş bir  coğrafyada hakim  olmasından sonra yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. İnsanlığa hayat bahşeden ve  insanoğlunu cehaletin zulüm ve zulumatından kurtaran, onları dünyanın en şerefli  makamlarına ulaştıran İslam, aynı zamanda kainatın rabbini ve ebedi bir âlemin  varlığını da sonsuz delillerle izhar ediyordu. İslam'ın insanlığa tattırdığı  maddi ve manevi lezzetlerin farkına varan tahkik ehli, bu lezzetin vadilerine  daldıkça feraset ve basiret gözleri açılarak hakikatin sırrına mazhar  oluyorlardı. Bu keşif ehli, genişleyen İslam coğrafyası ve İslam ümmeti  içerisinde İslam'a fevc fevc giren insanların İslam'ın bu nimetlerinin  lezzetlerine varabilmeleri için yol gösteriyor, insanları irşad ederek birer  mirşid-i kamil oluyorlardı. Müslüman toplumların İslam ahlakı ile ahlaklanmasına  yardımcı oldukları gibi irşad, davet ve tebliğleriyle çoğu zaman orduların  savaşarak başaramadıklarını başarıyorlardı. Özellikle Orta Asya coğrafyasının  İslam ile müşerref olmasında büyük katkılar sağlamışlardır. İslam felsefesini  oluşturarak kalbi ve melekuti ilimlerin inkişafına büyük hizmetleri olmuştur. Bu  yönleri ile ele alındığında tasavvuf, İslam'ın bir cüz’üdür. Özellikle İslam  dininin hâkim olduğu ortamlarda tasavvufun önemi ortaya çıkar. İslam tarihi  açısından tasavvuf ve tarikat denildiğinde özetle bunu anlıyoruz.  
Burada şöyle bir soru akla geliyor, İslam ümmeti ve İslam  coğrafyasının bu kadar genişlediği bir zamanda büyük bir öneme haiz ve önemli  bir misyonu yükleyen tasavvufi tarikatların çokluğuna rağmen neden bu muazzam  İslam ümmetine ve geniş İslam coğrafyasına İslam düşmanları hükmediyorlar?  
Osmanlılara kadar her ne kadar iktidardakiler sultanlar ve  padişahlar; yönetim biçimleri Saltanat ve Padişahlık ise de İslam dininin  yaşanmasında pek bir engel yoktu. Ancak Osmanlılardan sonra İslam düşmanları  Müslüman memleketleri işgal etmeye ve hükmetmeye başladılar. Şu anda İslam  coğrafyası bir iki istisna dışında İslam düşmanlarının hâkimiyetleri altındadır.  Böylesi durumlarda sadece İslam'ın bir cüz’ü olan tasavvuf ve tarikat yoluyla  değil; bir bütün olarak “Nebevi Metod” ile mücadele edilir. Nebevi Metod, aynı  zamanda tasavvufu da içinde barındırır. Tasavvuf mücadele ile birlikte olduğunda  daha da güzeldir. Muvaffakiyet ve zaferin erken tezahür etmesine vesile olur. 
Günümüzdeki tasavvuf anlayışı ve tarikatların gerçek durumları  ise ciddi bir boyutta ele alınması gerekir. İsim vererek kimseyi itham etmeye  hakkımız yoktur. Gerçekten Allah rızası için hizmet veren ve “Allah’a ulaşmayı  amaç” edinen ve ellerinden geldiği kadar etraflarına da faydalı olanlar vardır.   Ancak bir vakiiyet olarak İslam ümmeti içerisinde bu tasavvuf ve tarikatlar  minvali üzerinde var olan bazı gerçekleri de görmek gerekir. Tasavvuf ve  tarikatlarda, babadan oğula geçer bir metodun ihdas edildiği, dünyevi meta’dan  uzaklaşma ve nefsi tezkiye esas iken, terk yerine toplamanın, yığıştırmanın ve  dünyevi lezzetlere gark olmanın tercih edildiği, bazı endişe ve çıkarlardan  dolayı gerçekte İslam düşmanları olan partilere destek verildiği, İslam  düşmanlarının kendi emellerine alet ettikleri birer araç haline  dönüştürüldüklerine maalesef şahid olmaktayız. İslam düşmanlarının İslam ümmeti  üzerindeki projelerinden biri olan; kıyam ve şehadet ruhunu yok etmek için  kullanılan kesimler de mevcuttur. “biz siyasete karışmıyoruz, kimsenin de  karışmasını tavsiye etmeyiz” deyip Müslümanların siyasetten uzaklaşmalarını ve  boyundurukları altında bulundukları yönetimlere koyun-misal uslu vatandaşlar  olmasını tavsiye edenlerde vardır. Ne yazık ki, bunlar birer vakııyyettir.  
İslam düşmanlarının körükledikleri zulüm, cehalet, fısk ve  fücurat ateşinin İslam ümmetini kasıp kavurduğu, bu ateşin evimizin içine girip  dinimizi, imanımızı ve namusumuzu yaktığı bir ortamda nebevi metod ile karşı  koymaktan başka çare yoktur. Burada tasavvuf ve tarikata bakışımız; Rasulullah  (sav)'in metodu doğrultusunda olmalıdır. O (sav), nefsi arınma, seyr-u sülük  mihverinde arş-ı âla’ya, sidret-ul muntehaya çıkıp yüce Allah ile perdesiz  mükaleme yapmasına rağmen ümmetini unutmamıştır. Hallac-ı Mansur, vahdet-i vücud  derecesine ulaşmasına rağmen halkını unutmamıştır. Bu asırda Rasulullah (sav)'ın  metodu etrafında birleşmek, davet ve tebliğ ekseninde mücadele verirken nefsi  terbiye, rızayı ilahi ve Allaha kavuşmak esas alınmalıdır. Tasavvufi  tarikatların asli fonksiyonlarına avdet etmeleri, irşad, davet, tebliğ, İslam’ı  yaşama, güzel ahlak, Allah rızası ve Allaha ulaşma yolunda hizmet etmeleri,  zalim sulta ve düzenlere karşı korkusuzca İmam Rabbani (ks) gibi kıyam etmeleri  gerekir.  
Bu vesile ile, Şah-ı Nakşibendi (ks)’nin Evrad-ı Kudsiye ve Şeyx  Abdulkadir-i Giylani (ks)’nin Tazarru ve Niyaz duaları her İslam davetçisinin  mahsus vakitlerde okuyarak nasiplenmesi gereken çok âli dualar olduğunu  hatırlatıyor ve herkese tavsiye ediyorum.  
Selam ve dua ile….                  
  
M. Zeki Güney  |