Kıyamın kısa  özeti 
Kırıkhan toplantısında alınan kararla  Şeyx Said; Amed, lice, Ergani, Darahini, Farkin ve Hani’nin ileri gelenleri ve  alimleriyle görüşecek, halkı kıyama hazırlayacak ve daha sonra Çevlik’te bir  durum değerlendirmesi yaparak kıyamı başlatacaktı.  
Kemalist rejim, Kürdistan da bir kıyamın  başlayacağından haberdar olmuştu. Devletin Kürdistan daki vaziyeti de kötü  durumdaydı. Rejim hem hakimiyetini pekiştirmek hem de yapılacak kıyamın başarıya  ulaşmaması için daha hazırlığını tamamlamadan başlatılması için çareler  arıyordu. Bu nedenle kıyamı provoke etmenin ve bu şekilde hazırlıksız  başlatılmanın, müdahale için iyi bir çare olacağı karara bağlanmıştı. Bu sayede  aynı zamanda rejim muhaliflerini de rahatlıkla sindirecekti.  
Şeyx Said takip altına alınmış ve  provokasyon için uygun fırsat bekleniyordu.  
Şeyx Sait 12 Ocak'ta Çapakçur'da, 15  Ocak'ta Darahini'de, 21 Ocak'ta Lice'de ve 25 Ocak'ta Hani'de idi. Şeyx Sait  buralarda halk ve ileri gelenler ile toplantılar yaptı. Şeyx Sait Piran'da  kardeşi Abdurrahim'in evinde iken, Türk askerleri köyü basıp, köye sığınmış bazı  asker kaçaklarını almak istediler. Şeyx Abdurrahim, köye sığınmış bu insanları,  Şeyx Sait orada iken vermeyi reddettiğinden, askerler bu kişilere saldırdılar.  Bunun neticesi olarak askerlerle çatışma çıktı. Böyle bir provokasyon sonucu,  hareket beklenmedik bir şekilde, planlanmış zamandan önce, 13 Şubat 1924’te  başladı. Bu olay üzerine Şeyx Said: "Bu iş birkaç ay sonra başlayacaktı. Ne  yapalım ki kader böyleymiş" dedi. Artık kıyam başlamıştı. 
Kıyam kısa sürede bütün bölgeye yayıldı.  Şeyx'e bağlı kuvvetler 17 Şubatta Genç ilinin merkez ilçesi Darahênê'yi ele  geçirdiler. Aşiretlerden de büyük destek alan Şeyx Said, kısa sürede Maden,  Siverek ve Ergani'yi ele geçirip Diyarbakır'a yöneldi. Melikanlı Şeyx  Abdullah'ın komutasındaki güçler Varto'yu ele geçirdikten sonra Muş'a  yöneldiler. Kıyamı bastırmakla görevli T.C. askeri birlikleri, 25 Şubat'ta  Diyarbakır'a çekilmek zorunda kalırken, bir gün sonra da Elazığ TC  birliklerinden temizlendi.  
21 Şubatta Bitlis, Diyarbakır, Dersim,  Elazığ, Ergani, Genç, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Siverek, Urfa, Van illeriyle,  Erzurum ilçesi Kığı ve Hınıs ilçelerinde sıkıyönetim ilan edildiği halde, T.C.  ordu kuvvetleri bir üstünlük sağlayamadı.  
Durumun ciddiyetini anlayan Mustafa  Kemal, başbakan Fethi Okyar'a baskı yapıp sert önlemler almasını istedi. Fethi  Bey, sert önlemler almaya yanaşmayınca İstanbul'da bulunan İnönü'yü çağırttı.  İnönü 21 Şubatta Ankara'ya geldi. Mustafa Kemal’in baskısıyla Fethi Bey istifa  etmek zorunda kaldı. Mustafa Kemal Başbakanlık görevini İnönü’ye verdi. 3 Martta  güvenoyu alan İnönü hükümeti, Kürdistan'da aykırı ses bırakmamak ve bütün  muhaliflerin kökünü kazımak için TBMM'ni acil toplayıp yeni kanunlar çıkarttı.  Hükümete bütün Kürdistan'da iki yıllık süreyle sınırsız katliam yetkisi veren  Takrir-i Sükûn (Huzur ve Güveni Sağlama) Kanunu ile biri Diyarbakır'da diğeri  ise öteki bölgeler için Ankara'da olmak üzere iki İstiklal mahkemesi kuruldu.  Ayrıca Dinin siyasal kullanımı vatana ihanet suçundan sayılır maddesi de kanuna  eklendi. 
Ankara, Diyarbakır'ın korunması için 80  bin kişilik bir kuvveti seferber etti. Bunların 35 bini, ağır silahlarla  birlikte güney illerinden trenle yola çıkartılıp Fransızların elinde bulunan  Suriye demiryolundan Diyarbakır'a ulaştırıldı. Diyarbakır'ın düşmesi, Kemalist  Rejim'in Kürdistan'dan kovulması anlamına geleceğinden, burayı kaybetmemek için  bütün gücünü kullanıyordu. 
Büyük başarılar gösteren kıyam güçleri,  7–8 Mart 1925'te Diyarbakır'ın üzerine yürüdüler. Kemalist Rejim güçleri  hazırlığını yapmış, buraya çok büyük yığınak yapmıştı. Şiddetli çatışmalardan  sonra ağır kayıplar veren kıyam güçleri Diyarbakır'dan çekildiler. Bunu fırsat  bilen Kemalist Rejim kuvvetleri Erzurum, Mardin, Diyarbakır ve Malatya'dan  direnişin üzerine yüklenmeye başladılar. Bazı aşiret reislerinin kıyamdan  çekilmesi üzerine harekette gevşemeler ve tıkanmalar meydana geldi. Şeyx,  fırsatın elden kaçmakta olduğunu görünce, direnişi yeniden toparlamak için  yanındakilerle birlikte İran'a gitmeye karar verdi. 14 Nisan 1925'te Varto'nun  yakınlarındaki Murat Nehrinin üzerindeki Abdurrahman Paşa Köprüsünden geçerken,  bacanağı Binbaşı Kasım'ın hıyanetinden dolayı TC kuvvetlerinin pususuna  düşürüldü ve arkadaşlarıyla birlikte yakalandı. Yakalandığı sırada: "Allahım!  Sen biliyorsun ki bizim kıyamımız saltanat için yarışmak ve dünya malından bir  şeye ulaşmak için değildi. Bizim kıyamımız, senin dininin gerçek nişanelerini  ortaya koymak, beldelerinde ıslahat yapmak, mazlum kullarını kurtarmak ve senin  hükümlerinle amel edilmesini sağlamak için yapılan bir hareketti" dedi. 
Diyarbakır'a götürülen Şeyx Said ve  arkadaşları, devrin engizisyon mahkemesi olan istiklal mahkemesinde  yargılandılar. Yapılan duruşmalar 28 Haziran 1925'te tamamlanıp, kıyam eden  Müslümanlardan 47'si idama mahkûm edildi. Şeyx Said, mahkeme kararını  dinledikten sonra salondan çıkarken: "Hüküm ve karar yalnız Allah'ındır. Sizin  sahte ve uydurma idam hükmünüzün hiçbir kıymeti yoktur. Biz Allah'ın kuluyuz ve  sonunda O'na döndürüleceğiz" dedi. Karar aynı gece uygulandı ve 47 direniş  kahramanı darağacında şahadete yürüdü.  
Farklı kaynaklar farklı rakamları  vermekle beraber resmi belgeler de göz önüne alındığında rahatlıkla söylenebilir  ki; rejim kıyamı bastırırken ve sonraki süreçte 14 şehir, 700 köy, 9000’e yakın  evi harabeye çevirdi. Bununla beraber; 50.000 kişi göç ettirildi, yaklaşık 7.500  kişi zindanlara atıldı, 660 kişi idam edildi ve 80.000 Kürt öldürüldü. 
  
değerlendirme 
Evet, tek cümle ile ifade edersek;  haklı, zamanında ama hazırlıksız yapılmış bir kıyamdır. Zahiren başarısız ancak,  ödenen bedel toprağa atılan tohum oldu, sonraki yıllarda esen dinsizlik  kasırgasına karşı bir yatırım oldu ve her toprağa atılan tohum gibi zamanı  gelince yeşerdi zulüm, kıyım, talan, asimilasyon ve dinsizlik darbeleri altında  bitap düşmüş Müslüman Kürdlere hayat verdi. Hazırlıksızdı, yeteri kadar hazırlık  yapma zaman ve fırsatı olmadı ama dönemin ortam ve şartlarını da hesaba katmak  gerekir. Zaten yeteri kadar mazlum halk kandırılmıştı. Eğer karşı çıkışlar  olmasaydı daha çok kandırılacaktı. Şedid bir istibdat ve dinsizlik kasırgası  esmeye başlamıştı. Eğer Şehid Şeyx Said gibileri kıyam edip mübarek kanlarını  aziz İslam’ın hayat bulması için dökmeselerdi, İslam ağacını ve Kürdistan’ın  susayan çorak topraklarını kanları ile sulamasaydı, fedakarlıklarıyla mazlum ve  mahrum halkın gönüllerinde taht kurmasalardı, esen dinsizlik kasırgası  vatanımızı ve milletimizi kasıp kavuracaktı. Ve Şeyx Said kıyamının neticesinden  çok daha ağır ve kalıcı bedeller ödenecekti. Bu açıdan baktığımızda gerek Şeyx  Said’in Müslüman Kürdler ve gerekse Müslüman Türkler arasında yine islam’ın  hakimiyeti için zulüm ve istibdat rejiminin şedid küfrüne karşı mücadele veren  alim ve önderler çok büyük fonksiyon icra etmişlerdir.  
Şeyx Said hazırlığını yapıp evden  çıkacağı zaman hanımı ona şöyle der:  
“Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun”. Bu  soru karşısında Şeyx Said tarihi cevabını şöyle verir:  
"Hânım! Yarın ben kıyâmet gününde  Allâh’ın ve Peygamberi’nin huzuruna suçlu olarak çıkmak istemiyorum. O zaman  Allâh bana, ‘Ey Sâîd! İslâm dîninin hükümleri ayaklar altına alındığında sen  niçin sessiz kaldın, gücün ve imkânın olduğu halde niye başkaldırmadın?’ diye  sorduğunda ben ne cevap vereceğim? Cehennem zebanîleri beni sarığımdan tutup  cehenneme çektiklerinde ben ne edeceğim? Hayır, andolsun Allâh’a ki, yalnız ben  ve bu elimdeki âsâ bile kalsa, bâtılın karşısına çıkıp kıyâm edeceğim. Şehîd  olana kadar da mücâdelemden asla dönmeyeceğim. Hem, ne ben Hz. Hûseyn’den daha  makbulüm ve ne de siz O’nun âîlesinden daha makbulsünüz. Ben üzerime düşeni  yapmak zorundayım. Allâh’a emanet olun." (2 Ocak 1925 ) 
Nasıl ki, Hz. Hüseyn’in kıyam, direniş  ve şehadeti tarihin her döneminde ve 1300 küsur yıl sonra Şeyx Said için olduğu  gibi Müslümanların izzetli bir duruş sergilemelerine ilham kaynağı olmaya devam  ediyorsa, Şeyx Said’in kıyam, direniş ve şehadeti çok değil 50-60 yıl sonra  başını verdiği topraklarda Hizbullahi hareket olarak karşılığını bulmuştur.  
İlmik boynuna geçirildikten sonra, son  olarak söylediği; “Şu anda fani hayata veda etmek üzereyim. Halkım için feda  olduğuma pişman değilim. Yeter ki torunlarım düşmanlarıma karşı beni mahcup  etmesinler” sözüne torunları olarak Hizbullahi hareketin mensupları yüzlerce  yiğidi ve aziz rehberini şehid vererek karşılık vermiş ve onu mahcup  etmemişlerdir. 
Şeyx Said hareketi, kendi zamanında  fonksiyonunu icra etmiştir. Yukarıda bir kısmına değindiğimiz ve istikbal için  de birçok ders, tecrübe ve hikmeti ihtiva etmektedir. O, Hüseyni kıyam ve  direnişin ondokuzuncu asır bayrakdarıdır. 
Şeyx Said Kıyamının yıldönümü  münasebetiyle tüm Müslümanlara tebriklerimizi arzediyoruz.  
Selam ve dua ile…  
  
M. Zeki GÜNEY  |