Son bir haftadır ülkenin dört bir yanında devlet  tarafından İslami hassasiyetleri ağır basan mütedeyyin Müslümanlara yönelik,  Hizbullah ve El Kaide suçlamasıyla sansasyonel bir biçimde operasyonlar  yapılmaktadır. Şimdiye kadar 100’e yakın kişi gözaltına alındı. Yapılan  operasyonların neticesi ortada! Ne suç teşkil edebilecek bir eylemlilik ne de  bir suç unsuru… tutuklananlar mı? Bu kadar şaşaalı, külfet ve sansasyonla  yapılan, adeta yeri yerinden oynatan bu geniş çaplı operasyonların neticesinde  beş on kişi tutuklanmazsa olur mu! Halbuki devletin kendi güvenlik birimlerince  hazırlanan raporlarda yapılan faaliyetlerin tamamen legal alanlarda yapıldığı  ileri sürülmektedir. O zaman toplumu tedirgin etmenin ve psikolojik bir baskı  ortamı yaratmanın ne gereği var?  
 Fazla uzağa gitmeden yakın zamanda Ortadoğu’da,  Türkiye’de ve özelde de bölgemizde meydana gelen değişikliklere baktığımızda bir  süreç dahilinde gelişmekte olan bu olayları tahlil etmek o kadar zor olmasa  gerek. Operasyonları gerektiren sebepler farklı olsa da müsebbiplerin çıkar ve  menfaatleri, nihayetinde birleşmektedir.  
 Ahmet Necdet Sezer’in cumhurbaşkanlığı süresinin  bitimiyle başlayan yeni cumhurbaşkanı seçme süreci rejimin laik ve Kemalist  düşüncesine sahip kesimleri ve askeri kanadı ile iktidardaki AKP hükümetini  karşı karşıya getirdi. Cumhurbaşkanını seçtirmeme ve devamında gelen erken genel  seçim kararı süreci, herkesin hafızasında tazeliğini korumaktadır. Bu kesim ile  AKP’nin tam bir gerilim içerisinde girdikleri seçimin sonuçları AKP lehine;  Asker, laik kesim ve PKK’nın aleyhine olunca işler karıştı. PKK ve uzantıları  hazmedemedikleri düşüşün faturasını bölgenin Hizbullahi Müslüman halkına  çıkarırken, Askeri cenah da içine düştükleri hezimetin bedelini AKP yi köşeye  sıkıştırmakla ödetti. Bu noktada PKK ile Askeriyenin menfaatlerinin bir noktada  birleştiğini görmekteyiz.  
 PKK’nın Hizbullahi camiayı AKP’ye destek vermekle  itham etmesi kendi yenilgisini gizleme, Müslümanları karalama ve aynı zamanda  Asker ve laiklerin AKP karşısında elini güçlendirmekten başka bir şey değildir.  Bunun delili ise; açık, net “görünen köy kılavuz istemez” misali apaçık  ortadadır. Nasıl mı?  
 PKK, 1991 yılında kazananı sadece TC rejimi  olacağı belli olan bir çatışmayı bölgenin Hizbullahi ve Müslüman halkına  dayattı. Sonunda en çok zarar göreni kendisi ve uzantıları oldu. O zaman bunu  iyi anladılar. Geçen temmuz ayındaki seçimlere kadar her ne kadar bölgenin  Hizbullahi Müslümanlarına karşı içlerinde kin besledilerse de dışarıya  yansıtmadılar. Abdullah Öcalan İmralı’da tecrid altında olmasına rağmen her ne  hikmetse her şeyden haberdar olabiliyor. Bölgenin çatışma ve huzursuzluğu  kaldıramayacağını, partisinin de hiçbir kâr elde edemeyeceğini ve en büyük  zararı yine kendilerinin ve uzantılarının göreceğini bildiği halde yine  Hizbullahi Müslümanları hedef tahtasına koyması, talimat üstüne talimat  göndererek “siyasal islamın Hizbullah pratiğini unutturmayın” demesi, partisinin  yetkilileri tarafından da aynı ifadelerle sürekli gündem oluşturma gayretleri ve  bu çerçevede bölgenin muhtelif yerlerinde bu minvalde ufak çaplı eylem türünden  olayların gerçekleşmesi, bu partinin sözcülüğünü yapan medya araçlarının bu  konuyu işlemeleri ve son olarak siyasi temsilcilerinin beyanatları hangi akıl ve  izanla bağdaşmaktadır. İmralıda tecrid altında olduğu, her türlü enformasyon ve  açık görüş imkanlarından mahrum olduğu iddia edilen Öcalan nasıl böyle bir  saptama yapıp talimatlar verebiliyor? Atatürk cumhuriyeti bekçiliğine soyunarak,  “ biz laiklik düşüncesine sahip ve laikliğin bölgede yerleşmesi ancak bizim  vasıtamızla olabilir, bizi muhatap alın. Bizi muhatap almazsanız bölge siyasal  islamın etkisine girecektir...” Şeklinde hem devlete hem de Amerikaya davetiye  göndermektedir. 
 Hem Askeriyenin hem de PKK’nın sevmediği AKP ortak  noktasında bir işbirliği içerisinde oldukları şüphe götürmez bir gerçektir. Ve  bu işbirliğinin neticesinde AKP yi dize getirdikleri de söylenebilir.   
 Bu işin ikinci bir ayağı da ABD’dir. Türkiye ABD  ile müttefiktir. PKK’nın ABD ile ilişkide olduğunu bilmeyen yok, Kuzey Irak  Kürtleri de Amerika ile dost ve müttefiktir. PKK Kuzey Irakta üslenmiş durumda  bu nedenle TC ile Güney Kürdistan yönetimi arasında sorunlar var. Bu kadar  girift ve karmaşık ilişkilerin olduğu bölgemizde görüldüğü kadarıyla ABD’nin  onayı ve inisiyatifinde belli bir plan dahilinde adımlar atılmaktadır. Bu planın  süresi, süreci ve maddeleri üzerinde bir anlaşmaya varıldığı da söylenebilir. 
 Askeriye AKP’den rahatsız, onu dize getirmesi  gerekir. Ayrıca İslam’ın yükselişinden rahatsız. PKK AKP’den rahatsız, bölgede  Hizbullah’ı rakip görüp İslami yükselişi hazmedemiyor, AKP terörden muzdarip ve  çözmek istiyor, ABD güney Kürtleriyle TC’nin ilişki kurmasını istiyor. Hasılı  kelam, kareleri bir araya getirince fotoğraf ortaya çıkıyor. İşin ilginç tarafı  hepsinin üzerinde konsensüs sağladıkları ortak noktaları ise bölgede İslam’ın  yükselişini engellemedir. Bir dengeleme yapmadıkları takdirde Kürtlerin İslam’a  yöneleceklerinden endişe ediyorlar. Hâlbuki Kürtler Hz. Ömer zamanından beri  Müslüman’dırlar ve İslam’a da büyük hizmetleri olmuştur. Eğer zaman zaman beşeri  ve ilhadi örgütler onları öz benliklerinden uzaklaştırma gayreti içerisine  girmişler ise de hiçbir zaman muvaffak olamamışlardır. Kürt halkı öz  benliğinden, dininden ve tarihinden uzaklaştırılamamıştır. Kürtler Müslüman dır,  ulus olarak insani ve medeni hakları gaspçılar tarafından gasp edilmiştir.  Beşeri ve ilhadi ideolojiler, çözümler ve örgütler ekseninde dininden  soyutlandırılarak sürükleneceği hiçbir çözüm, doğru, isabetli ve kalıcı  olmayacaktır. Bu güne kadar bu eksende gösterilen gayretler bir çözümle  neticelenmemiştir.  
 Türkiye’de son günlerde Müslümanlara yönelik  yapılan operasyonları da döndürülen dolapların bir parçası olarak değerlendirmek  gerekir. Yoksa ortada her hangi bir eylem ve suç unsuru yokken bu kadar geniş  çaplı operasyonların başka ne anlamı  olabilir?                                                                                                               M. Zeki GÜNEY  |