Allah’ın adıyla!   Birkaç gündür iki  gözüm, iki kulağımla Çin tarafına yönelmiş, Sincan Uygur Özerk Bölgesinin  başkenti Urumçi’de cereyan eden hadiseleri endişe ve üzüntüyle izliyorum.      Doğu Türkistan’daki Uygur halkının  nüfusu yaklaşık 40 milyon civarındadır ve bu halk, Müslüman bir halktır. Doğu  Türkistan 1949’da Çin tarafından işgal edildi. Şu anda Sincan Uygur Özerk  Bölgesi statüsünde. Ancak özerklik bir yana, günümüze değin yoğun bir baskı,  soykırım ve asimilasyon politikasına maruz kaldı. Cereyan eden son hadiseler, bu  politikanın doğurduğu sürecin neticesidir.     Kendilerine karşı yarım asırdır  sürdürülen gayri insani politikaların acısını içlerinde hisseden Müslüman Uygur  halkının, son olarak taciz ve hakarete karşı yaptıkları bir gösterisine otomatik  silahlar, tanklar ve zırhlı araçlar kullanılarak çok sert karşılık verilmiş,  binleri bulan sivil insan katledilmiştir. Haksızlığa karşı verilen bu sivil  tepkinin katliamla bastırılması, Çin rejiminin Müslüman halka karşı  ayrımcılığını, hukuksuzluğunu ve tahammülsüzlüğünü göstermektedir.     Müslüman Uygur halkına karşı takınılan  bu tavır,  kabul edilemez bir insanlık suçudur. Bu vahşeti hiçbir hukuk kabul  edip onaylayamaz. Ancak ne yazıktır ki, hesaplarına geldiği zaman hukuk ve  adalet havarileri kesilen ikiyüzlü ABD ve Batı, Müslüman halk söz konusu olunca  çirkince çark ediyorlar. Daha birkaç gün önce İran’da yapılan seçimlerin ardındaki   gösterileri “adalet isteyenler” diye lanse edip hep bir  ağızdan yüksek sesle desteklediklerini ilan etmişlerdi. Fakat haklı tepkilerini  bir protesto ile gösteren Uygur halkının üzerine, hiç gerekmediği halde tank ve  silahlarla gidip insafsızca katleden Çin rejimini, gerekenleri yapıyor diyerek  haklı gösterebilmektedirler.         Olayları siz de  mutlaka basın-yayından takip ediyorsunuzdur, bu nedenle bunların sebepleri ve  gelişim süreci üzerinde durmayacağım. Ancak Çin’de yaşananların; dünya genelinde  Müslümanlara karşı girişilen sindirme, eritme, köleleştirme, ötekileştirme,  dinlerinden ve kimliklerinden uzaklaştırma, uysallaştırma, kısacası ehilleştirme  savaşlarının bir parçası ve oradaki bir modeli olduğuna dikkat çekmek istiyorum.         Zamanın Endülüs,  günümüz İspanya’sında Müslüman halkın soykırımdan geçirilerek yok edildiği gibi.  Bulgaristan’ın, uzun yıllardır oradaki Müslüman kitleyi eritmeye, dinlerinden ve  kimliklerinden tamamen arındırmaya çalıştığı, özellikle 1990’lı yıllarda bu  yöndeki faaliyetlerini yoğunlaştırarak katliamlara ve sürgünlere giriştiği gibi.  Yugoslavya dağılma sürecine girdiğinde, Müslüman halka karşı girişilen soykırım  ve toplu sürgünler gibi. Çeçenistan’da Müslüman halkın maruz kaldığı asimilasyon  ve katliamlar gibi. Filistin Müslüman halkının, Siyonist İsrail eliyle her gün  biraz daha yok edilip vatanlarının ellerinden alınması gibi.         Ve Kemalist rejim  kurulduktan sonra Müslüman Kürdlere yaptığı gibi.         Hepsinde aynı  tahammülsüzlük. Hepsinde aynı taktik.         Dinin önüne sudan  bahanelerle engeller koyma, ibadetleri yasaklama, insan ve hatta yer isimlerini  değiştirme, dili yasaklama, nüfusu eritme gibi yöntemlerle Müslüman kitleyi  asimile etmek.     Bu olayları basından takip ederken,  Yasemin Çongar’ın Rabia Kadir ile yaptığı bir röportajı gözüme takıldı. Rabia,  Uygur kökenli olup sürgünde yaşıyor ve bu son olayları başlatmakla suçlanıyor.  Röportajın bir bölümünde Rabia, yukarıda yazılanları özetler mahiyette şunları  söylüyor: “Çin hükümeti göstermelik olarak camileri açık tutuyor ama camiye  giden herkesi Çin sivil polisi takip eder. Dindar Müslüman olduğu için hapse  girmiş binlerce kişi var. Ayrıca öğrencilerin, öğretmenlerin, memurların ve 18  yaşın altındakilerin camiye gitmesi kesinlikle yasak. İstiyorlar ki, Çinli gibi  yaşayalım, Uygur kimliğimizi toprağın altına gömelim ve bir daha hiç çıkmasın.  Bu imkânsız….”    Bu sözler; Mustafa Kemal ve İsmet İnönü  döneminde İslam’ın önüne konan engelleri ve bu çerçevede ezanın  Türkçeleştirilmesini, Kur’an’ın yasaklanmasını, Kürdistan bölgesindeki pek çok  Caminin ibadete kapatılıp at tavlalarına dönüştürülmesini ve Müslümanlara karşı,  “Devlete karşı isyan”, “Vatana ihanet” gibi bahanelerle uygulanan katliamları,  köy yakmaları, sürgünleri, hapisleri ve idamları aklıma getirdi.         Çin rejiminin  Müslüman Uygur halkına karşı giriştiği baskı, şiddet ve sindirme yöntemlerini,  son olarak yaptığı katliamı kınıyor ve bu mezalimin bir an önce son bulmasını  umuyorum.        Allah’a emanet  olun.             HÜSEYNİ SEVDA  EDİTÖRÜ  |