CEMAAT MENSUPLARINA DÜŞKÜNDÜ, ONLARA ÇOK ÖNEM VERİRDİ 
 
 Şehid 
Rehber, Cemaat mensuplarına karşı kendisini sorumlu görür, üzerlerine titrerdi. 
Özellikle Şehid ve tutuklulara ayrı bir önem verirdi ve onlara çok düşkündü. 
Bununla birlikte genç yaştakiler onun yanında istisna bir yere sahipti. Cemaat 
mensuplarının olumsuzluklarını içine sindirip kabullenemez, başlarına bir şey 
gelse sanki kendisi sebep olmuş gibi dert yanardı. Cezaevine düşenlere ve Şehid 
olanlara gözyaşı döker, isimleri dahi geçtiği zaman boğazı düğümlenirdi. 
Özellikle şehadetlerini yeni duyduğunda, oturup bir müddet ağlamaktan kendisini 
alamazdı. Hangi şehidin haberini almışsa bu hale girdiğine şahit olunmuştur. 
Yanında kalanlar veya onunla görüşenler, gördükleri yakın ilgi ve sahiplenme 
karşısında, sanki kendilerine mahsus bir alakasının ve sevgisinin olduğu hissine 
kapılırlardı. Genç arkadaşlara takılır, latife yapar ancak bu tavırlarıyla 
onları rahatlatır ve gayrete getirirdi.  
 
B. V. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Arkadaşların şehadeti onu 
çok etkileyip üzüyordu. Bazen de ağlıyordu. Bunu Şehid Ata Zengin’in şehadetinde 
müşahede ettim. Ata şehid olduğu günün gecesinde, Batman’a gittik. Şehid Rehber 
oradaydı. Odasına girdik. Bir battaniye serip üzerine oturmuştu. Ağlıyordu, bir 
müddet ağladıktan sonra gözlerini silip bizimle konuşmaya başladı. Durumu bize 
anlattı. Ne kadar yufka yürekli ve şefkatli olduğunu orada bariz bir şekilde 
gördüm.  
 
Bazen bazı latifeleriyle gençleri gayrete getirip mücadeleye teşvik ediyordu. 
Örneğin bazen N…. adlı genç arkadaşla şakalaşarak: “Ki xwe jı vi işi bıde paş 
çarıka jinawı lıseré wi be” (Kim bu işten geri adım atarsa hanımının baş örtüsü 
onun başına geçsin–yani kadın kılıklı olsun–) diyordu. N…. Adlı genç arkadaş da: 
“Sed cari abi” (Yüz defa ağabey) diye cevap veriyordu. Bu sefer Şehid Rehber 
kendine has gülmesiyle birlikte: “Tabi, senin hanımın olmadığı için bunu çok 
rahat söyleyebiliyorsun” diyerek latifesini devam ettiriyordu. “ 
 
H. H. adlı Cemaat mensubu şunları aktarmaktadır: “1999 yılında polisler 
tarafından Şehid Cemal Uçar kaçırılmıştı. Şehid Rehber bunun haberini alır almaz 
derin bir üzüntüye kapılmış, iki haftaya yakın doğru düzgün konuşmamıştı. Tabiri 
caiz ise ağzını bıçak açmıyordu. Çok etkilendiği her halinden belli oluyordu. 
Belki defalarca; “Keşke öz oğlumu götürselerdi de onun başına böyle bir şey 
gelmeseydi. Bana çok ağır geliyor” diyordu.  
 
M. S. adlı Cemaat mensubu şunları anlatmaktadır: “Sene tahminen 1991 idi. 
Nusaybinli Cemaat mensubu geçlerden Selman Akbaş kardeşimiz, Nusaybin lisesinde 
okuyordu ve yaptığı İslami hizmetlerden dolayı göze batmış, bundan dolayı 
Midyat’a sürgün edilmişti. Ancak hafta sonlarında Nusaybin’e gelir, hizmetlerine 
devam ederdi. Bir gelişinde, minibüsleri kaza yapmış ve kendisi de hayatını 
kaybetmişti. Haberini alıp Mardin’e gittik. O zaman Şehid Rehber, 
öğrencilerimizin ve bir kısım bekâr gençlerimizin kaldığı iki odalı öğrenci evi 
şeklinde döşenmiş bir evdeydi, bir müddet orada kalmıştı. Gittiğimizde yanında 
başka arkadaşları da vardı. Selman’ın vefat ettiğini onlar da duymuş ve 
yanlarına girdiğimizde hadisenin oluş şeklini benden detaylıca sorup öğrendikten 
sonra; “Vallahi Selman İslam davasının kahraman bir genciydi ve bu uğurda her 
şeyini ortaya koyup feda eden bir kardeşimizdi. Onun kaybı büyüktür” dedi ve 
hıçkırıkları boğazına takıldı, artık ağlamaktan konuşamaz hale geldi. Bizler de 
(belki on kişi vardık) onunla beraber ağladık. Bu birkaç dakika sürdü. Şehid 
Rehber’in bu halinden gerçekten çok etkilenmiştim… 
 
Yine bir gün bir evde birkaç arkadaşla birlikte oturuyorken, Şehid Rehber de 
sabah erkenden geldi. Ev sahibi arkadaş onu içeri alıp birlikte bulunduğumuz 
odaya girdiler, hepimiz ayağa kalktık. Yanımızda oturacağını beklerken, çok 
sıkıntılı bir yüz ifadesinin olduğunu ve gözlerinin dolduğunu fark ettim. Bana 
baktı ve gözlerinde doluluk daha da belirginleşti. Ağzından zar zor ve yarı 
ağlamaklı olarak ancak şunlar çıktı: “İbrahim hocayı (Kızmaz) vurmuşlar, kalk 
Nusaybin’e git” deyip biraz sustu ve biz de duygu dolu gözlerle kalakaldık. Hala 
oturmamıştı ve biraz bekledikten sonra; “Sen arabayı sürme, şu arkadaş seninle 
gelsin. O şoförlük yapsın. Seni Nusaybin’e bırakıp dönsün” dedi…” 
 
B. V. adlı Cemaat mensubu şunları anlatıyor: “Şehid Rehber, öğrenci evlerini 
ziyaret edip onların mütevazı hayatlarına ortak olurdu. Günlerce bir battaniye 
içinde onlarla beraber yatıp kalkardı. Dertlerine ortak olur, sıkıntılarını 
dinler, birlikte ders yapar, sohbetlerde bulunurdu. Sıradan bir arkadaşları gibi 
onlara arkadaşlık ederdi. Onlara ilgi gösterir, sevip moral verirdi. “ 
 
S. S. adlı Cemaat mensubu şunları aktarmaktadır: “Bir keresinde ilim kitabevinde 
oturmuş, oradakilerle sohbet ediyorduk. Şehid Rehber içeriye girdi. Kendisini 
henüz tanımıyordum. Baktım bir arkadaş sigarasını söndürdü, ben de öyle yaptım. 
Şehid Rehber hepimizle musafaha yaptıktan sonra oturdu. Bana yönelerek halimi 
hatırımı sormadan önce, gözlerimin içine bakarak, öyle samimiyet ve heyecanla 
hitap ederek sen ………köyünden S. misin dedi. Ben, evet dedim. Hal ve hatırımı 
sordu, köyde neler yaptığımı sordu. Ben de köyde ve çevremde kimsenin 
olmadığından yakındım. Konuşmalarım ve anlatımların onun hoşuna gidiyor, 
tebessüm ederek beni teselli ediyordu. Sabırlı olmalıyız, mücadelenin tadı 
zaten buradadır. Biz ihlasla Allah için davaya hizmet edersek, Allah bunun 
mükafatını bize dünyada ve ahirette verecektir. Yeter ki bizler sabırlı olalım 
dedi. Ayrılıp eve giderken çok etkilenmiştim. Onun manevi heybetinden, tatlı 
sözlerinden, hele bir de ilk karşılaştığım biri olmasına rağmen beni 
tanımasından ve yakın ilgi göstermesinden çok etkilenmiştim. Şehid Rehber 
kitabevinde bir ara herkese misk sürdü ancak bana ve diğer arkadaşa sürmedi, siz 
sigara içiyorsunuz dedi. Ancak bir lahza sonra bize de sürdü, hepimiz gülüştük. 
Bir daha sigaranızı görsem size misk sürmem dedi. “ 
 
M. S. adlı Cemaat mensubu, şunları söylemektedir: “Şehid Rehber, Cemaat 
fertlerini çok sever, değer verir ve güvenirdi. Her zaman bizlerle sanki bir 
ailenin fertleriymişiz gibi muamele eder ve bizlerle müzakere ve görev alma 
zamanları dışında sanki evimizin büyüğü, aileden ağabeyimiz gibi bizi 
sahiplenirdi. Biz de ona bağlıydık ve saygıda kusur etmezdik. Arkadaşlarla 
müzakere ve çalışma saatleri dışında bizimle birlikte oturur, sohbet eder, aynı 
atmosferi paylaşırdı. İlişkilerinde çok tabiiydi. Bulunduğumuz evde bir restore, 
boya, badana veya bunlara benzer bir iş yaptığımızda, kesinlikle ilgisiz kalmaz, 
kendisi de gelir, iş malzemesini eline alır ve bizimle birlikte işe koyulurdu. 
Biz utanır ve yapmamasını isteyince; “Siz bu işi nereden biliyorsunuz, ne zaman 
yapmışsınız ki bilesiniz. Biz köylü çocuğuyuz, bu tür şeyleri yapmışız ve 
biliyoruz” deyip bir yandan bize takılır ve diğer yandan sohbet ede ede işin 
sonuna kadar bizimle çalışmaya devam ederdi. “ 
 
M. Ö. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Şehadetinden çok kısa bir 
süre önceydi ben ve bir arkadaş uzun süredir bölgeye gitmemiştik. Bize, 
hazırlanmamızı ve gidip arkadaşlarımızı görüp tekrar gelmemizi söyledi. 
Hazırlandık, ondan ayrılacağımız zaman vedalaşmak için odasına gidince, 
evladından kopan biri gibi uzun uzun bakıp bize; “beni bırakıp nereye 
gidiyorsunuz” dedi. Bu sözü üzerine; “Ağabey istersen gitmeyelim” 
dedik. Kürtçe Cevaben; “ka vê carê ji herin êdi ez hew we dişinim” dedi. 
Bu sözleri bizi etkilemişti, çünkü diğer seferlerden ayrı bir hali vardı. Sanki 
bizi bir daha görmeyecek gibi bir hal içindeydi. “ 
 
Ş. B. adlı Cemaat mensubu bir anıyı şöyle ifade ediyor: “Şehid Rehber 
arkadaşlara ve özellikle de genç arkadaşlara karşı şefkatliydi, yaptıkları 
hataya kızmaz ve onları rencide etmezdi. Durumuna göre ya onlarla sohbet eder ve 
işin hikmetini iyice kavratmaya çalışır veya üzerinde durulmayacak kadar ciddi 
değilse üzülmesinler diye esprilerle geçiştirir ancak espriyle bile olsa ders 
verici bir üslup kullanırdı. Bir gün, Batman’da bir arkadaşın evindeydi. Evde 
birkaç genç arkadaş da bulunuyordu. Genç arkadaşlar ayrı bir odada oturmuş, 
Baretta marka otomatik bir silaha bakıyorlardı. M……. de silahı incelerken kazaen 
ateş aldı. Silah sesinin dışarıdan duyulma ihtimalinden ve Şehid Rehber’in de 
orada bulunmasından dolayı güvenlik endişesine kapıldık. Arkadaşları bir 
gerginlik kapladı ve mahcubiyetle karışık bir sıkıntı havası oluştu. O esnada 
Şehid Rehber de odaya girdi ve arkadaşların yüzlerindeki ifadeyi okumuş olacak 
ki; “Nasıldı, sesi güzel miydi?” diyerek esprili bir şekilde arkadaşlara 
takılarak o havayı dağıttı. “ 
 
Devam edecek… 
   |