CEMAAT YAPISINA HAKİMDİ, ÇALIŞMALARI İYİ TAKİP VE KONTROL EDİYORDU 
 
 Biz bir Cemaatiz, büyük bir mücadele veriyoruz, düşmanımız güçlü ve imkan 
sahibidir. Faaliyetlerimize müsaade etmez ve boş da durmaz. Eğer güzel bir 
şekilde örgütlenmez, sıkı disiplin ve düzen içerisinde sistemli bir şekilde 
çalışmaz, takip ve kontrolü iyi yapmazsak yapıda başıboşluk meydana gelir ve 
neticede düşmanımızın bizi kontrol altına alması kolaylaşır.  
 
Şehid Rehber bu şekilde düşündüğünden, Cemaat bünyesinde başıboşluğa, 
düzensizliğe ve kontrolsüz bir şeye asla fırsat vermezdi. Cemaat bünyesinde veya 
etki alanında olup kontrol dahilinde olmayan noktayı, ölü nokta olarak kabul 
ederdi. Bu yüzden, Cemaatin bütün elemanlarını, faaliyetlerini, faaliyet 
alanlarını ve bu alanlardaki ortamı takip ve kontrol edecek, gerekli 
müdahaleleri yapıp yönlendirecek bir işleyiş mekanizması oluşturmuştu. Özellikle 
de sorumlu düzeydeki bütün elemanları mutlaka sıkı kontrol eder, kitap 
okumalarına, ibadetlerine, günlük yaşantılarına, aile yapılarına ve yaptıkları 
maddi işe kadar bütün durumlarını yakından takip ederdi. Bu işleyiş mekanizması 
neticesinde, Cemaat tabanından çok yönlü ve çok çeşitli geniş bilgi akışı 
oluşmuştu.  
 
Ancak bu takip ve kontrol, kuru bir disiplin ve katı bir denetim ile kesinlikle 
mukayese edilmemelidir. Cemaatin sorumlu elemanları, Şehid Rehber’in bu çalışma 
düzeninden ve onları yakından takip edişinden büyük bir haz alıyor ve güven 
duyuyorlardı. Öyle bir hale gelmişti ki, sorumlu elemanlar her şeylerini Şehid 
Rehber ile paylaşıyor, söylemedikleri hususları ona bir an önce söylemek veya 
ulaştırmak için fırsat kolluyorlardı. Çünkü Şehid Rehber ile konuştukları, 
paylaştıkları ve aktardıkları her konuda, onun eğitici ve yönlendirici 
muamelesini görüp istifade ediyor, sahiplenip desteklendiklerini hissedip manen 
güç alıyorlardı.  
 
Şehid Rehber, Cemaatin bütün çalışmalarını bizzat görmek hatta elinden gelse 
kendisi bizzat yapmak isterdi. Güvenlik gerekçeleriyle bile olsa çalışma 
ortamından uzak kalmak, hele hele uzaktan idare etmek kendisine ağır geliyordu. 
Onun için çalışmalarla iç içeydi. Cemaatin gizlenmiş sorumlu arkadaşlarının 
kalmaları için bir ev mi ayarlandı, kırsal alanda bile olsa bir sığınak mı 
yapıldı, imkan olduğu müddetçe kendisi bizzat gidip görür, imkan olmazsa çok 
detaylı bilgi alır veya kamera çekimleri yaptırarak bunları inceler böylelikle 
varsa güvenlik açıklarını tek tek izah ederek müdahale ederdi.  
 
İ. H. Adlı Cemaat mensubu hatıratlarında şöyle söylüyor: “Şehid Rehber, beraber 
çalıştığı arkadaşlarını, özellikle de yakın arkadaşlarını çok iyi tanırdı. Diğer 
Cemaat mensuplarını, hususen sorumluluk almış olan arkadaşları iyi tanımaya 
çalışırdı. Onun için bilgi akışının kesintisiz gelmesine önem verirdi. Kimin ne 
iş yapabileceğini, kapasitesinin ne olduğunu çok iyi bilirdi. Şehid Rehber, 
gelen dokümanı tek tek incelerdi, hiçbir şeyi geçiştirmezdi. Cemaat ve 
faaliyetleri gözlerinin önünde gibiydi. Bazen fiziki olarak Cemaat 
çalışmalarının yoğun olduğu bölgelerden uzaktı, ancak kurmuş olduğu Cemaatsel 
irtibat yollarıyla adeta bu fiziki mesafeyi ortadan kaldırmıştı. “ 
 
KENDİNİ TAMAMEN DAVAYA ADAMIŞTI 
 
Şehid Rehber, İslam davasını kendisine öncelikli dert ve meşguliyet, hatta 
meslek edinmişti. Onun için İslami davadan başka bir meşgale yoktu. İnsanlara ve 
olaylara bu pencereden bakıyor, bu açıdan değerlendiriyordu. Bütün söz ve 
fiillerinde bu hali kendisini hemen gösteriyordu. Müslüman birini 
değerlendirirken hep bu özelliklerine dikkat çekiyordu. Kendisi fena fil Cemaat 
olduğu gibi arkadaşlarının da öyle olmasını istiyordu. Son derece enerjikti. 
Gece gündüz çalışmaktan, notları okuyup değerlendirmekten bıkmaz, usanmazdı.  
 
A. Ş. adlı Cemaat mensubu bu konuda şunları nakletmektedir: “ Hizmete odaklıydı. 
Kişinin şahsiyeti yanında daha çok yaptığı hizmete bakıyordu. Hizmetteki 
kaliteye ve hizmet edenin maharetine, becerisine çok önem veriyordu. Sonraki 
görüşmelerimizde de onun bu seçiciliğini bariz bir şekilde müşahede ettim. Bir 
cevher arayıcısıydı. Bu arayışın tabiatında riskler ve zahmetler de vardı. Ama 
cevherin kokusu alındıktan sonra, o zahmetlere katlanılmalıydı. Bu benzetmeyi 
ondan öğrenmiştik. Yıllar sonraki bir yazışmamızda bir kardeşimizin sosyal 
kapalılığını biraz da şikâyetimsi bir dil ile yazmıştım. Verdiği cevap çok 
orijinal ve çok hoşuma gitmişti. Arkeologlar demişti, bir yerde bir cevheri 
tespit ettiklerinde onu ortaya çıkarmak için toz içinde bin bir zahmetle çalışıp 
didinirler… Onlar gibi olmak lazımdı, bana çok güzel bir ders vermişti. “ 
 
Şehid Rehber için İslam davası, dünyevi hiçbir makam ve meslekle mukayese 
edilemeyecek kadar kutsaldı. Kendisini tamamıyla ona vakfetmişti. Hiçbir şeyin 
onun önüne geçmesine fırsat vermiyordu. Bu yüzden Cemaat kavramının arkadaşlar 
arasında ve toplum içinde yer etmesini, Cemaatin şahs–i manevisinin öne 
çıkmasını ve telaffuz edilmesini istiyordu. İsminin asla öne çıkmasına ve hele 
hele Cemaatin şahs–i manevisinin önüne geçmesine asla fırsat vermiyordu. 
Sorumlulara talimat gönderse, herhangi birine veya birilerine selam gönderse, 
bir yerde bir sorun olduğunda orayla ilgili çözüm gönderse, hep Cemaat tabirini 
kullanır; “Cemaatin talimatı budur”, “Cemaat selam gönderdi”, “Cemaatin çözümü 
şu şekildedir” diye söylenmesini ister, kendi isminin veya yanındaki üst düzey 
sorumlulardan herhangi birinin isminin telaffuz edilmesini kabul etmezdi. 
“Cemaat” kavramının oturup yer etmesini ve bunun için gayret sarf edilmesini 
isterdi.  
 
M. S. adlı Cemaat mensubu, konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Onu 
tanıdık tanıyalı, illaki Cemaat derdi, yani falan şöyle dedi, filan şöyle yaptı 
yerine, Cemaat şöyle yaptı, böyle dedi denilmesi için çok çaba sarf ettiğine 
şahit oldum. Bir kardeşin önemli bir sorunu vardı ve bu iş için de bizatihi 
Şehid Rehber’in konuyla ilgilendiğini biliyordu. Tabi ki bu onu çok memnun edip 
rahatlatıyordu. Bir gün Şehid Rehber kendi el yazısıyla bir not yazdı ve o 
kardeşe vermemi istedi, ayrıca sözlü olarak da ona iletmem için bana bir şeyler 
söyledi. Bunun üzerin ben de: “Ağabey, bu notu sizin gönderdiğinizi söyleyeyim 
mi? Dedim. “ O da: “Yok, gerek yoktur” dedi. Bunun üzerine ben: “Ağabey, bu 
kardeşimiz bu notu sizin yazdığınızı ve ileteceklerimi de sizin bana 
söylediğinizi zaten biliyor, siz onun sorunuyla bizzat ilgileniyorsunuz, 
saklamaya gerek var mı” dediğimde şu ders dolu ifadeleri kullandı: “Kendisi 
bilse de biz doğrudan söylemeyiz. Cemaat ismi ve kavramı hepimizin isminden daha 
büyük ve manevidir. Bu kardeşimiz ve hepimiz, Cemaat kavramını aramızda 
oturtmalıyız.
Şahıs isimlerinden çok Cemaat ismini öne çıkarmalıyız. Cemaat dendiği zaman 
binlerce kardeşin manevi gücünü, şefkatini, kararlılığını, meseleye bakışını ve 
en önemlisi de şahs–i manevisi ortaya konmuş olur. Ama birinin veya benim ismim 
telaffuz edildiği ya da öne çıkarıldığı zaman, bu isimler bu kadar güzellikleri 
içinde barındırmaz. Dolayısıyla çok cılız kalır. Ayrıca bu gün ben varım ya da 
sizler varsınız, yarın hepimiz bu dünyadan göç edeceğiz. Ama Cemaatin şahs–i 
manevisi kalıcıdır.” 
 
B. V. Adlı Cemaat mensubu da Şehid Rehber’in bu özelliği konusunda şu notu 
düşmektedir: “…Dünya namına hiçbir şeyi yoktu. Dünya namına hiçbir hesap ve 
endişesi de yoktu. Sadece İslam davasının endişesindeydi. Yirmi dört saat onun 
için çalışıyordu ve bütün ömrünü ona vakıf etmişti. Sabit bir yeri ve mekanı 
yoktu. Mücadelenin şartları nereyi gerektiriyorsa oraya göç ederdi. Bütün ev 
eşyaları bir traktörü doldurmazdı. Günün yirmi dört saati onun için çalışma ve 
mesai saatiydi…” 
 
İ. H. Adlı Cemaat mensubu da konuyla ilgili şu hususlara dikkat çekmektedir: 
“…Çalışmada tükenmek bilmez bir enerjisi vardı. Onun çalışma temposuna ayak 
uydurmak çok zordu. Bazen günlerce ara vermeksizin çalışırdı. İstirahati ise 
genellikle akşam namazını kıldıktan sonra bir koltukta uzanıp kestirmesiydi. 
Günlük uykusu üç buçuk dört saati geçmezdi. Ondan sonra uyanır, beraber yatsı 
namazını Cemaatle kılardık ve çalışmasına ara verdiği yerden başlayıp 
sürdürürdü. Bir rahatsızlığı vardı, ameliyat olması gerekiyordu. Ameliyat 
konusunda birtakım alternatifler sunmaya çalışıyorduk. Onu bu konuda ikna 
edemedik. “Benim şahsımdan dolayı çalışmaların aksamasına ve Cemaate en küçük 
bir zararın gelmesine razı olamam. Sabredebildiğim kadar sabredeceğim, eğer 
tahammülü mümkün olmayan bir hal alırsa mutlaka Rabbim bir çare lutfeder. “ 
diyordu…” 
 
D. Y. adlı Cemaat mensubu şu bilgileri aktarmaktadır: “Şehid Rehber için hayatta 
İslam asıl, diğer uğraşılar ise taliydi. İslami esaslar hayat şartlarına göre 
eğilip bükülmemeli, hayat ve şartları İslam’a göre şekillenmeliydi. Hele İslam 
davası, bir hobi olarak boş zamanların tahsisi ile sürdürülecek bir uğraş 
değildi ona göre. “ 
 
M. Ö. adlı Cemaat mensubu şöyle bir anı aktarmaktadır: “Bir seferinde ekip 
olarak Şehid Rehber’in ziyaretine gitmiştik. Çalışma ekibimiz beş kişiydi, 
yaklaşık bir ay çalışma alanımızdan uzak kalmıştık. Kendisiyle yaptığımız 
görüşmede, bazı arkadaşların kendi çalışma alanlarına tam vakıf olmadığını ve 
detaylı bir şekilde tanımadığını fark etmiş olacak ki, bir yemek sırasında bir 
iki arkadaşa kaç kilo olduklarını sordu. Arkadaşlar normal kilolarını söyleyince 
cevaben: ‘Yok, öyle düşünme. Senin alanında yüz kişi varsa, senin manen 
ağırlığın on tondur, çünkü üzerinde o arkadaşların her birinin ağırlığı vardır. 
Her kalkış oturuşunda bunun ağırlığını manen hissederek kalkıp oturmalısın. Gece 
ve gündüzün, kısacası tüm vaktin üzerindeki ağır yükü taşıyabilme endişesiyle 
olmalı ve işlerin sana meleke olmalı ki alanını tanımada, hizmet etmede ve 
işleri geliştirmede verimli olabilesin’ dedi. “ 
 
Cemaat içinde bir kural ve kaide yerleştikten sonra kendisini de bu kurallara 
karşı sorumlu görüyor ve öyle hareket ediyordu. Hatta bu kurallara diğer 
arkadaşlardan daha fazla riayet etme gayretini kendisinde buluyorduk. Diğer 
insanlara normal görülen bir takım şeylerin bizlere caiz olmadığını söyler ve 
örnekler verirdi. “Bizler bir Cemaatin mensuplarıyız, Cemaatin kural ve 
kaideleri vardır, bunları dikkate alarak hareket etmek zorundayız, dışımızdaki 
bir insan istediği zaman istediği işi yapmaya yönelebilir, kendisini bir şeye 
bağımlı hissetmez ama bizler aklımıza estiği gibi hareket edemeyiz, bir şey 
yapmak istediğimizde bağlı olduğumuz bir yapı olduğunu ve bu yapı içindeki 
sorumluluğumuzu hesaba katarak hareket etmek zorundayız” der ve bunları sürekli 
bize hatırlatırdı.  
   |